23 Ocak 2010 Cumartesi

Özgürlük ve Sorumluluk


Her birimiz doğumumuzun ardından kimliğimizi geliştirme, yapılandırma, hayatı tanıma ve uyum sağlama sırasında bir sürece ihtiyaç duyarız. Bu; hem fiziksel hem de duygusal açıdan gerekli; seçimlerimizi, kimliğimizi, doğrularımızı, yanlışlarımızı belirleyebileceğimiz bir dönemdir. En başta yemek yeme, hareket etme, su içme gibi tüm fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için annemize çok bağımlıyken, zaman içinde önce emeklemeye başlarız. Dengelendikçe, o sürece hakim oldukça, bir ileri aşamaya geçeriz. Tutunarak yürümeye, bağımsız yürümeye, koşmaya kadar ilerleriz. Tüm fiziksel ihtiyaçlarımızı kendimiz karşılamayı öğrenene kadar, bu süreç bu şekilde devam eder.

Aynı süreç duygu ve düşünce yapımızın gelişimi için de geçerlidir. Hayatımızı anlamlandırıp; farklılıkları, seçtiğimiz etkilerin oluşturduğu tepkileri ve bize geri dönüşlerini öğrenene kadar; anne, baba, öğretmen gibi, ilerisinin deneyim veya bilgisine sahip kişilerin yönlendirmesine, yardımına ihtiyaç duyarız. Bu esnada egomuz kendi seçimlerini oluşturabilecek kadar güçlenmeye başlar; deneyimledikçe olgunlaşıp, kendine uygun olan ve olmayanı ayırt edebilir hale gelir. Ancak zaman zaman yorulan egomuz deşarj olmaya, dinlenmeye de ihtiyaç duyar. Stresin oluşturduğu gerginlikten kurtulmak için kaçışlar yaşar. Bu, bir çocuğun eve gelip çok ödevi varken, televizyon izlemesi gibidir. Ya da spor yaparken yoğun çalıştırdığımız kasları, arada durup su içerek dinlendirdiğimiz ana benzer. Ancak “terliyorum, yoruluyorum” diye kasınızı yormamak, terlemekten kaçmak bedeninize nasıl etki ederse, hayat da egonuza aynı şekilde etki eder. Seçimlerimizi yapmalı, sürecin stresine ve sonuçlarına katlanmalı, kimi zaman düşsek de yeniden ayağa kalkacak kadar güçlenmeyi öğrenmemiz gerekir.

Buradaki en önemli tuzak noktalardan biri şudur: Hayatı tanıma evresinde birilerinin bizim için yolumuzu çizmesine izin verirken, bir yerden sonra o yolun bizim için en iyi yol olduğunu zannederiz. Sorgulamadan, kendimizin tercih ettiğinden emin bir biçimde, başkaları tarafından bize sunulanı yaşamaya başlarız. Oysa her birey kendini keşfetmek ve kendi gerçek potansiyelini tanımak, ortaya çıkarmak için buradadır. Bedeninize uygun olmayan, birilerinin sizin için seçtiği veya onlardan artan kıyafetleri giydiğinizi düşünün…

Hangi tercihin kendisine ait olduğunu anlamak için, kişi kendini gerçek anlamda tanımalıdır. Neleri farkında olmadan kopyaladığını, onu yoldan alıkoyan korkularını, kalıpsal öğrenilmişlikleri fark ederek, onu yöneten iplerden kurtulup, yaşamını kendisi için “tercih” konumuna getirmelidir. Farkında olmadan yaşanan, bizim zannedilen emanet hayatlar, sonuç olarak yaşama sevincinin ve çoşkusunun azalması, rutin olarak tekrarlayan günler, isteksizlik ve stres olarak bize geri döner, hayat kalitemizi bozar. Hayatın doyum noktasından uzak kalmamıza neden olur. Bu noktada o doyumu sigara, alkol, ya da başka insanların bize kendimizi iyi hissettirmesi gibi noktalarda aramaya başlarız.

Ancak “Ben büyüdüm” demek, kendimize ve etrafımıza olan sorumluluğumuzu artırır. Tıpkı annemizin elini bırakıp yürümeye başlamak gibi... Nasıl yalnız başımıza yürümek, nereye gittiğimizi ve yoldaki tehlikelerin farkında olmayı, başkalarına karşı sorumluluğu beraberinde gerektiriyorsa, iç dünyamıza özgürlüğünü vermek de, hayata ve kendimize karşı olan sorumluluğumuzu artıracaktır. Ancak unutmamak gerekir ki; tıpkı küçükken elimizden tutulduğunda görmek istediklerimizi göremeden, götürüldüğümüz yere sürüklendiğimiz bir hayat yaşamamız gibi, büyümeyi reddettiğimiz sürece de kendimizi özgürleştiremeyiz. Özgür ve mutlu hayatlar yaşamanız dileğiyle, sevgiler…

Uzm. Dr. Seda Ülgen

Hiç yorum yok: