30 Nisan 2010 Cuma

"Bilinçaltının Dansı: Tango" Semineri

Tango ile kadınlığın ve erkekliğin yeniden keşfi!

Tutkunun ve aşkın dansı olarak tanınan Tango’yu; bilinçaltımıza direkt etki eden ve farkındalığımızı bambaşka bir boyutta geliştiren bir araç olarak hiç düşündünüz mü?
Yıllardır Tango yapan birçok insan bile, Tango’nun gücünü gerçek anlamda keşfetmiş değil aslında... Kadını ve erkeği yeniden tanımlayan Tango; psikoloji, farkındalık ve dengeyi uyumlayan büyük bir güç ve sıradışı bir yaşam biçimi.

Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi ve Tangoist işbirliğiyle düzenlenecek olan ve Türkiye’de bir ilk niteliğindeki bu seminerde katılımcılar Tango’ya ve Tango yaşamına yepyeni bir açıdan bakmayı, kadın ve erkeğin benzersiz uyumunu yeniden keşfetmeyi deneyimleyecekler. Seminer, Türkiye’de ve dünyada sayısız şampiyonluklara imza atan Tango Öğretmeni Aydın Kocamusaoğlu ve Uzm. Dr. Psikoterapist Seda Ülgen tarafından sunulacak ve pratik dans uygulamalarıyla desteklenecektir.

Seminerde ele alınacak konuların bazıları:

• Danslar içinde Tango’nun gelişim öyküsü
• Bir farkındalık ve dönüşüm aracı olarak Tango
• Tango ile zamanı erteleme; gelecek ve geçmişten kopmadan anı yaşamak
• Tango ile özgürleşme ve gerçeği keşfetme
• Yaratıcılığımızı dış dünyanın ritmiyle uyum içinde ifade etme
• Tutkunun ve aşkın dansı olarak tanınan Tango’yu; bilinçaltımıza direkt etki eden ve farkındalığımızı bambaşka bir boyutta geliştiren bir araç olarak hiç düşündünüz mü?
• “Tango Kadını” ve “Tango Erkeği” olmak; kadınlığın ve erkekliğin gerçek doğası
• Tango ile ikili ilişkilerimizi dengelemeyi öğrenme
• Gerçek aşk ve tutkuyla randevu
• Tango ve Kuantum ilişkisi
• Pratik uygulamalar

Tarih: 8 Mayıs 2010, 12.00-15.00
Yer: Tangoist (İstiklal Cad. Mis Sok. Mis Han No: 7 Kat: 2 Beyoğlu/İstanbul)
Kayıt için: Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi: 0530 516 12 00

Uzm. Dr. Seda Ülgen’in “Tango ile Değişim Yolculuğu” adlı yazısı için: http://aquayasam.blogspot.com/2010/04/tango-ile-degisim-yolculugu.html


Aydın Kocamusaoğlu
Aydın Kocamusaoğlu & Pelin Koyun çifti, Arjantin Tango çalışmalarına 1999 yılında başladı. Kendilerini Arjantinli farklı pek çok hocadan aldıkları derslerle geliştiren çift, ağırlıklı olarak dünyaca ünlü Arjantinli tango sanatçıları Esteban Moreno & Claudia Codega'dan eğitim aldılar.

Çift, 2001 yılında Tangoist Dans Stüdyosu'nu kurdu. Stüdyolarında verdikleri eğitimin yanı sıra, üniversitelerdeki çalışmalarıyla da Arjantin Tangosu'nun Türkiye'deki gelişiminde önemli katkıları oldu. 2007 yılından beri Kültür Üniversitesi ve Galatasaray Lisesi'nin tango eğitmenliğini yapmaktadırlar.

Çiftin Arjantin Tangosu'ndaki kimlikleri sadece eğitmenlikle sınırlı değildir. Performans yönlerini de ortaya çıkartarak farklı çalışmalara imza atmaktadırlar. 2006 yılında Ferhat Göçer ile bir dizi konser, 2009 yılında Zuhal Olcay ile bir konser, Sertab Erener ve ile bir klip çalışması, Toprak Sergen ile "All In One Show" gösterileri, yer aldıkları sahne çalışmalarından bazılarıdır.

Aydın & Pelin çifti 26 - 30 Eylül 2007 tarihleri arasında Kırım'da düzenlenen 2. Uluslarası Velvet Tango Festivali'ne eğitmen olarak katıldı.

2 Aralık 2007 tarihinde Türkiye Dans Sporları Federasyonu'nun düzenlediği 1. Arjantin Tango Türkiye Şampiyonası'nda A Klasmanda 1. sıraya çıkarak Türkiye'nin ilk Arjantin Tango Şampiyonu unvanını aldılar.
Çift halen Tangoist Dans Stüdyosu'nda tango çalışmalarına devam etmektedir.

Uzm. Dr. Seda Ülgen
Uzm. Dr. Seda Ülgen, tıp eğitimini İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde tamamladıktan sonra, ihtisasını Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, Aile Hekimliği Uzmanlığı dalında tamamladı. Ülgen, VKV Özel Amerikan Hastanesi’nde 4 yıl boyunca uzman hekim olarak görev yaptı.

Yeditepe Üniversitesi bünyesinde gerçekleştirilen Basamaklı Hipnoz eğitimlerini başarıyla tamamlayan Dr. Seda Ülgen, hipnoz alanında çeşitli eğitimler ve workshop’lara katılmanın yanı sıra; hipnoz konusunda uzman, profesyonel eğitimcilerle uzun yıllar bire bir çalışmalarda da bulundu.

Dr. Seda Ülgen, IBRT Enstitüsü bünyesinde, Dr. Janet Cunninghum ve Jeff Ryan tarafından sunulan Regresyon Terapisi (Yaş Geriletme ve Geçmiş Yaşam Terapisi) eğitimlerini tamamladı.

Halen Psikoterapi Enstitüsü’ne devam etmekte olan Dr. Seda Ülgen, Batı Tıbbı’nda hissettiği eksikliği, Doğu ve Batı Tıbbı’nın sentezini kurarak tamamlamaktadır.

Kombine bilinçaltı terapileri uygulayan Dr. Ülgen, terapist ve hekim kimliğinin yanı sıra, kurucusu olduğu Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi bünyesinde sunduğu eğitimlerle de, bireylere daha tatminkar bir yaşam yaratmak konusunda ışık tutmayı hedeflemektedir.

22 Nisan 2010 Perşembe

Bilinçaltı ve Hologramlar Semineri

Hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimiz fikri; ilişkilerimizde, işimizde ya da sorun yaşadığımız herhangi bir alanda bizleri kabullenmeye ve vazgeçmeye götürüyor. Bir süre sonra neyi kabullenip, neyden vazgeçtiğimizi bile unutuyoruz. Oysa, her bir yapı taşını oraya kendi ellerimizle nasıl koyduğumuzu görsek, acaba koymaya devam eder miydik?


Yaşamımıza yeni giren, bizleri başka bir yola götürebilecek her insana, bilinçaltımızdaki “hologramik travmaları”mızı yansıtmaya devam eder miydik? Gerçekte bambaşka kişilik özelliklerine sahip olan o insanları, zihnimizdeki aura’ya hapsederek, hiç olmadıkları kişiler haline getirir miydik?

Oyuncuları değişse de senaryosu değişmeyen sorun döngülerinden kurtulmak, yaşamlarımızda kelebek etkisi yaratmak ve özgür bir geleceğe sahip olmak istiyorsak, kendimizi ve diğerlerini farkında olmadan hapsettiğimiz hologramlar dünyasının kapılarını aralamalıyız.

Uzm. Dr. Seda Ülgen tarafından gerçekleştirilecek bu çalışmada, bilinçaltının o gizemli dünyasına ışık tutarak, aslında kendi seçtiğimiz geçmişimizin bugünümüzü nasıl şekillendirdiğini göreceğiz ve geleceğimize farklı bir gözle bakacağız.

Kayıt için Radia: 0212 296 00 08
Aqua Yaşam: 0530 516 12 00
aqua@aquayasam.com

19 Nisan 2010 Pazartesi

CİNSEL ENERJİ İLE BENLİK KEŞFİ

"Kundalini ateşi, cinsel semboller ve farkındalık..."
Cinselliğin yüzyıllardır neden tabu olduğunu hiç düşündünüz mü? Nesillerin devamı için şart olan cinsellik, birçok toplum için hala üzerinde kolay konuşulamayan bir konu. Oysa cinsel enerjiyi doğru kullanmak; daha yaratıcı, daha özgür ve daha bilinçli bir yaşam için ihtiyacımız olan altın anahtarı bize sunabilecek çok büyük bir gücü açığa çıkarır. Hepimizin içinde saklı olan büyük potansiyeli uyandırmak için cinsel enerjimizi tanımalı ve doğru şekilde yükseltmeyi öğrenmeliyiz.

Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi tarafından sunulan ve Uzm. Dr. Psikoterapist Seda Ülgen ve Sayın Erhan Altunay tarafından gerçekleştirilecek olan “Cinsel Enerji ile Benlik Keşfi” adlı seminerimizde, bir farkındalık aracı olarak cinselliği tartışacağız.



Seminerimizde ele alınacak konuların bazıları:
• Dişi ve eril enerjilerin önemi
• Kendiliğimize ulaşmada cinsel enerjinin rolü
• Kundalini enerjisi, libidinal enerji ve cinsellik arasındaki ilişki
• Neden enerjitik çalışmalarda cinsel perhiz önerilir?
• Ülkemizde ve gezegenimizde yaşanan cinsellikle ilgili geçişler, zaman açısından ve enerjitik yönden nasıl bir önem taşıyor?
• Dişi enerjimizi neden keşfetmek zorundayız?
• Toplumda cinsel kimliğin kazanılmasının önemi
• Erginlen(e)me(me)
• Cinsellikle ilgili semboller nedir, neden önemlidir?
• Cinselliğin bastırılması ve açığa çıkarılması
• Farkındalığın yolu cinsellikten mi geçiyor?

29 Nisan 2010, 19.00-21.00
Bibliotecha Kültür Merkezi, İstiklal Cad. Anadolu Sok. No: 23/6, Taksim/İst
(Ulaşım krokisi için: http://www.bibliotheca-istanbul.com/iletisim.html)
Kayıt ve detaylı bilgi için: 0530 516 12 00
aqua@aquayasam.com

16 Nisan 2010 Cuma

TANGO ile Değişim Yolculuğu

Farklı bir duygulanım yaratır "Tango" kelimesini duymak... aşk kokar, tutku kokar, düşünmekle bile bedenimizi bir tebessüm sarar. Tıpkı fantastik bir dünyaya dokunabilmek ve bir düşten geri gelmek gibi olduğunu düşünürüz. Aslında Tango’da durum tam tersidir, düşler dünyasına dokunmanın ötesinde o dünyayı gerçek kılabilmek, onun gerçekliğini kendi dünyamıza getirebilmektir. Bambaşka bir dünyada önce kaybolma, ve yolculuğu tamamlayabilirsek yepyeni bir dünyada yeniden doğmaktır.

"Tango" hakkında çok fazla şey yazılıp çizilse de aslında tangonun serüvenini fark edebilen ve tamamlayabilen çok az kişi vardır. Kimi yolculuğun nereye gittiğini göremez, yarı yolda bırakır; kimi yolculuğun ne verdiğini göremez; bir tango kadını, bir tango erkeği olamadan sadece orada bulunur ve geçer gider. Oysa "o", bizlere başlı başına hayatı yeniden keşfedip, yeniden yaratabileceğimiz bir fırsat sunar.

Bir keşif yolculuğudur Tango. Önce öğrendiğimiz tüm kalıpların, üzerimize yapışan etiketlerin, doğruların, o birlikteliklerin içinde bizi nerede tuttuğunu keşfederiz; tıpkı toplumdaki öğrenilmişliklerimizin bizi nasıl kısıtladığını ve istemediğimiz yaşamlar yarattığını fark etmek ve o noktalara dokunmak gibidir. Tek tek bu etiketleri kaldırmayı, özgürleşmeyi ve kendi rengimizi, gerçeğimizi ve doğamızı yeniden keşfetmeyi öğreniriz. İlk defa gerçek benliğimizi hisseder, bunu dışarıdakilerle olduğu gibi paylaşmanın şaşkınlığını yaşarız.


Kadınlar gerçek dişiliklerine tüm beklentilerden uzak, özgürce dokunur. Kadın olarak teslimiyeti öğrenirken, teslim olduğu alanda kendi olarak var olmayı da öğrenir. Erkekler, kadının sorumluluğunu almayı, gücünü korumayı, karar verirken kadının duygularına ve varlığına hitap edebilecek tüm varoluşla ilgili uyumlu kararlar vermeyi keşfeder. Gerçek gücünü keşfeder. Kendi keşfine, bir başkasının bedenini, duygularını keşfetme, tanıma ve empati eşlik eder. Öyle ki kendini keşfeden insan, karşısındakini keşfettiğinde iki farklı rengin tek bir renk gibi uyum ve estetik içinde bulunmasını ve bundan haz almayı, saygı duymayı öğrenir. Birken, iki kişi için en doğru zamanı ve akışı yakalamayı öğrenir. Ve tüm keşfini bütünün içinde, bütüne uyumlu bir biçimde sunmayı öğrenir.

Bir farkındalıktır tango. Burada size detaylarını henüz anlatmayacağım, ama hep aradığımız dış dünya ile iç dünyanın farkındalığını yakalama ve dengelemedir. Zamanı kullanmayı, zamana direnmeden ne gereğinden hızlı, ne gereğinden yavaş, zamanla akmayı deneyimletir. Gerçek renginizi keşfetme ve dengeleme, özgürleşme yolculuğudur. Yaşamı yeniden keşfedip, en asil şekliyle en yüksek bilgelikle yeniden uyum içinde var olmayı öğrenebileceğimiz bir oluştur. Ezberlerden uzak, her "an" yeniden yaratmayı ve en güzeli yeniden seçebilmenin öğretmenidir.
 
Zen dünyası ile modern dünya arasında kurulan bir köprüde “tango insanı”, iki dünyanın da ustası olmayı öğrenir. Yolculuğun sonunda ne mi var? Düşleyebileceğinizden veya fark edebileceğinizden çok daha derin bir yaşamın anahtarı var. Yaşamda kaybolduğunuz yerde tüm kilitleri açabilmenin anahtarlarının gizlendiği bir sır perdesi aslında tango... Özgürleşmenin, değişmenin, farkındanlığın, bilgeliğin ve birçok sırrın...

Çok yakında bu yolculuğun en derin gizemlerini ve anahtarlarını sizlerle paylaşacağız.

Uzm. Dr. Seda Ülgen

6 Nisan 2010 Salı

Sevgi Ne Değildir?

"Seni çok seviyorum." Belki çok önemli olmayan bir anda, belki defalarca provasını yapıp, belki çok sıradan bir tonla, belki bir defa belki binlerce defa bu cümleyi eminim kurmuşsunuzdur. Tam o anda karşınızdakine neden bu cümleyi kurdunuz ve tam o anda ne hissettiniz? Eminim hepsinde birbirinden az da olsa farklı duygular vardı ama aynı cümleyi kurdunuz. İşte bu yazı çok uzun zamandır düşündüğüm, bir türlü yazamadığım bir konu üzerine. Baştan söylemeliyim, bu yazı "sevgi nedir?"in cevaplarının arandığı bir yazı degil, zira sevginin ne olduğunu ben de bilmiyorum.

Sevginin ne olduğu üzerine birçok yazı okudum başlamadan önce, çoğunda ünlü tasavvuf şairlerinden, ünlü yazarlardan alıntılar ya da hikayeler vardı. Alıntıların bir noktadan sonra anlamından kaybettiğini bildiğim için bu yazıda sevgi üzerine bol yıldızlı ve şaşalı alıntılar da olmayacak.

Basit bir teori; yeni doğan bir çocuk düşünün, sevgi kavramını ilk kimden öğrenir? Anneden. Bu illa onu dünyaya getiren kadın olmak zorunda değil tabi, anneanne ya da onu yetiştiren herhangi başka bir kadın da 'annedir'. Sevgi kavramını anneden öğrendiğimiz için annemizi hangi sıfatlarla tanımlıyorsak sevgi kavramının içine bu kavramları koyarız.

Bir dakika durup yazının devamını okumadan önce "Anneniz sizin gözünüzde nasıl bir kadındı?" sorusunu düşünmenizi istiyorum. Bu soru bana sorulduğunda ilk aklıma gelen 'fedakar ve şefkatli' olmuştu. Çoğumuzun annesi de eminim bu "olumlu" sıfatlara sahiptir. Hep denir ya "Türk kadını fedakardır" diye ve dilimizde olumlu bir sıfattır fedakarlık. Ancak işin aslı pek de böyle değildir ki birazdan bunun sebeplerini açıklayacağım. Ona gelmeden önce bir soru daha; sevdiğiniz insanlara sevginizi nasıl gösterdiğinizi düşünmenizi istiyorum. Kendimden yola çıkarsam -ki kendimden öteye de gidemeyeceğimin farkındayım- sevdiğim insanlara karşı hep fedakar olmuşumdur. Annemi tanımlarken kullandığım ilk sıfata bakın: fedakar. Bu tesadüf değil elbette. Peki fedakarlık neden olumlu bir sıfat değildir?

2 Nisan 2010 Cuma

Bilinçdışı Kayıtlarımız ve "Sarkaç"

Doğduğumuz anda beyaz ve boş bir sayfayla başlarız hayata. Zaman geçtikce hayatı deneyimleriz; gözlemleriz, tadarız, koklarız, duyarız ve bu kayıtları unuttuğumuzu zannederiz. Oysa bizim hiç düşünmediğimiz anlar orada, bilinçdışının sularında sisler içinde yüzer, derinlere batıp kaybolmaz. Şunu unutmamak gerekir, eğer yaşadığımız bir anın duygusu varsa, mutlaka bilinçdışında kaydı da vardır.

Bu noktaya kadar her şey yolunda. Peki bizim isteğimiz dışında tuttuğumuz kayıtlar ne işe yarar? En temelde bu kayıtlar hayatta kalmamızı kolaylaştırmaya çalışır. Varlığımızı koruyan bir sistemdir bu kayıtlar. Eğer hayatımızı gerçekten kolaylaştırıyorsa sorun yok. Peki ya hayatımızı zorlaştırıyorsa? Kendimizi bir sarkaç olarak düşünelim, tam orta noktadayken dengedeyizdir; ancak bu yanlış kayıtlar sarkacı dengeden çıkarır ve bazen sağa bazen sola kaymasına neden olur. Ve çoğunlukla bu durumun farkında olmayız.

Bir önceki yazımda ‘duygu’dan yola çıkıp duyguların hayatımızı nasıl etkilediğinden bahsetmiştim. Bu yazıda bunu biraz daha genişletip içine ‘Düşünce’ ve ‘Madde’yi de koyacağım. Temel şablon içten dışa şu şekilde ilerler: Düşünce, Duygu ve Madde. Madde her şeyi çevreler, örter. Biraz önce bahsettiğim sarkacın sağında ya da solunda durduğumuzda bunu ilk 'maddede' deneyimleriz. Maddeden sadece etrafımızı çevreleyen cisimleri anlamak doğru değil, buna davranışlarımızı da ekleyebiliriz.

19 Şubat 2010 Cuma

"Gıda seçerken doğal, katkı maddesiz ve sağlıklı olmasına özen gösteriyorsun. Artık bunu düşünme! Tek yapman gereken gıdayla ilgili farkındalık geliştirmek; bunu başardığında artık gıdaları besin değerlerine göre seçmek zorunda kalmayacaksın.

Kendi kendini sabote ediyor olman biraz da uyulması gereken değişmez kurallar olduğuna inanmandan kaynaklanmakta. Seni gerçekten besleyen ve canlı tutan tek gıda kendi iç ışığından ve özgürlüğünden gelmektedir.

8 Şubat 2010 Pazartesi

"Modern Çağda AŞK" Semineri

TEK Mİ, ÇİFT Mİ?

Aşık olmak ve ilişkiye aşkla devam etmek en büyük arzumuz. “Tek” olmak ise büyük özgürlük... Ama özgür olmanın bedeli yalnızlık mı? Psikoterapist ve Aile Hekimi Uzmanı Dr. Seda Ülgen ve Erhan Altunay, sizleri Aşk’a uyanmaya davet ediyor. Gelin soruları hep birlikte yanıtlayalım ve modern çağa inat, duygularımızı özgürce yaşamanın yollarını araştıralım.




• Aşkı hayatımıza neden çekemiyoruz?
• İlişkilerimiz nasıl amansız bir güç savaşı haline geldi? İlişkinin kumandası kimin elinde?
• Kadın ve erkek doğasını, özünü ne zaman unuttu? Nasıl yeniden hatırlayacak?
• Aile olmak; bireyselliği, özgürlüğü öldürür mü? Evlenmek, aşktan vazgeçmek midir?
• İlişkiyi canlı tutmak için neler yapabiliriz?
• Ayrılık acısından sonra, yola yeniden nasıl çıkacağız?
• Aşkı aramaktan vazgeçip, güven ilişkisiyle mi yetinmeliyiz?
• Aşk maskesi takmış farklı duygularımızı nasıl ayırt edeceğiz?

1 Şubat 2010 Pazartesi

Bir Fincan Çayla Meditasyon

Meditasyon, gül tomurcuğu gibi kendine kıvrılıp içe dönmenin, beden-zihin-ruh bütünlüğünü sağlamanın, yüksek benliğimizle iletişim kurmanın ve daha dengeli bir yaşam için birçok ipucunu bulmanın en harika yollarından biri. Ancak, çoğu insan günlük hayatın özellikle zamanla ilgili sınırlandırmaları nedeniyle meditasyonu günlük bir alışkanlık olarak hayatına dahil etmekte zorlanıyor. Düşüncelerden sıyrılıp, hiçbir şey yapmadan sessizliğimizle başbaşa kalmak çok büyük bir ihtiyaç olduğu halde, çoğumuzun da zorlandığı bir ritüel olarak hep erteleniyor. Aslında meditasyon için her zaman bağdaş kurup oturmamız bile şart değil.


Aşağıda Camille Maurine ve Lorin Roche (Ph. D.) tarafından kaleme alınmış Meditation 24/7 “Practices to Enlighten Every Moment of the Day” adlı kitaptan Türkçe’ye çevirerek alıntıladığımız basit bir meditasyon var. Bu meditasyonla her sabah güne daha olumlu başlayıp; yaşamın tadını, kokusunu kendimize hatırlatıp, önümüzdeki saatleri çok daha keyifli geçirmeyi sağlayabiliriz.

31 Ocak 2010 Pazar

Zordur Kadın Olmak

Kadın olmak... hele de bu çağda, bu ülkede… Söylerken bile bazen zorlanıyor insan. Kim olacağını bilemeyen; yüzlerce yük, kimlik sırtında, beklentiler, öğretiler arasından kendine yol açmaya çalışan kadınlarsanız hele... Anne mi? Çalışan mı? Kırılgan mı? Güçlü mü? Hizmet mi etmeli, savaşmalı mı?

Kadın olmak... Acaba eskiden daha mı kolaydı? Bilemiyorum ama şimdi daha zor eminim.
Hassas vücutlarına ağır zırhlarını giyen, gözyaşlarını, yumuşak duygularını yok etmeye çalışan, taşıyamadıkları ağır zırhların bedenlerinde yaralar açtığını bilen kadınlar... İyileşemeyen ve her şeye rağmen gülümseyen…

Bir erkeğe hizmet etmeli, yuvasını var etmek için fedakarlık yapmalı, ödün verenin hep o olması gerektiği ile başlayan öğretiler, en büyük ve temel bilgiyi de verir ona: ” Bir erkek olmadan hayatta asla güvende olduğunu öğrenemezsin”. Sonra da iş dünyasına yollarlar, tek başına erkeklere karşı savaş diye... Güvende olmadığını, güçsüz olduğunu yıllardır içinde bir yer itiraz etse de öğretilen kadınlar itiraz etmeden anlayamadıkları karmaşaya uymaya çalışırlar. Yıllarca üzerlerine değersizlik, zayıflık yüklenen kadınlar bir erkekle güvende, değerli olacaklarını sanırlar.

29 Ocak 2010 Cuma

"... her güçlü fikir kesinlikle hayranlık uyandırıcıdır ve biz onu kullanmaya karar verene kadar kesinlikle yararsızdır!"
Richard Bach

Erkeğin Arayışı


Erkek de kadın da içgüdüsel olarak "birliktelik" eylemini gerçekleştirmek için hareket eder. Erkeğin arayışı her zaman Kutsal Kâse’nin arayışı ile sembolize edilmiştir. Kutsal Kâse (Holy Grail-Saint Graal) aslında dişilikle ilgili bir semboldür.

Erkeğin bu evrensel birleşmesi, aslında Jung’un deyimiyle kendi içindeki kadınla birleşmesi ya da daha geniş açıdan bakarsak Evren’deki dişi ve erkek güçlerin bir birlikteliğidir. Erkek primer anima figürünü anneden aldığı için aslında bu birleşme, bir başka erkeğin, babanın, dişisi olan anneden koparak kendi dişisini bulma yönünde inisiyatik bir yolculuğudur aynı zamanda. Ancak bu anne etkisinden kurtulmak çok da kolay değildir.

28 Ocak 2010 Perşembe

BİR DUYGUYU MAKYAJLAMAK



"Geçtim hepsinden öyle hünerle ki yaşadığımı sanıyorlar hala."

Birhan Keskin'in çok sevdiğim dizelerinden biridir bu. Ve geçen gün dilimden döküldü. Birden uzun süredir şiir kitabı almadığımı, hatta şiir bile okumadığımı fark ettim. Eskiden girdiğim her kitapçıda ya da sahafta, nasıl heyecanla şiir kitaplarının olduğu bölümü aradığımı hatırlarım. Kitaplığımda onlarca şiir kitabı, ezberimde yüzlerce şiir olan ben, ne olmuştu da uzun zamandır şiir okumamıştım... Kainat şairlerin elinden çıkmıştır derdim hep, ülkelerin şairler tarafindan yönetilmesi taraftarıydım. Peki ne olmuştu da şiir benim hayatımdan çıkmıştı?

Önce 'tesadüf'' dedim içimden, tesadüfler... Ancak sonra Hermetik metinlerdeki Hermes Trismegistus'un sözleri geldi aklıma: "Evrende hiçbir şey tesadüf değildir; insanoğlu bilmediği, anlayamadığı yasaları açıklamakta tesadüfü kullanır" demişti Hermes. Önce bu yaşadığımın tesadüf olmadığını kabul ettim. Sonra mümkün olduğunca ego savunma düzeneklerini kullanmadan şöyle sordum kendime: "Eskiden hayatımda şiir olmasaydı nasıl hissederdim?" "Korunaksız, sığınacağım hiçbir şey yokmuş gibi..." Elbette korunaksız hissetmemin altında da başka bir duygu vardı.

Bunları niçin anlattım? Sebep şiirle olan ilişkim ve altındaki duygum değil aslına bakarsanız. Hayatımızı farkında olmadan yönlendiren ve tesadüf olarak açıklamaya çalıştığımız birkaç yasadan bahsetmek temel amacım. Önce kendimize, sonra çevremizde gördüğümüz her şeye ki bu; sevgiliniz, eşiniz, işiniz hatta hobileriniz olabilir, dikkatlice bakın ve sorun kendinize "Onlar neden ordalar?"... Hepsi birer tesadüf mü yoksa sizin "seçimleriniz" mi?

Bu soruların cevaplarını ararken biraz temel psikolojiye göz atmakta fayda var. Bilinçdışımızı yönlendiren üç düzenek vardır; İd, Ego ve Süperego. İd yasam enerjimizin olduğu içimizdeki çocuktur. Kuralları yoktur. İyi ve kötü benlikten oluşur ve her zaman iyi benlikte durmaya calışır. Süperego çocukluktan itibaren öğrendigimiz (anne, baba vs.) kurallar bütünüdür. Bizi yaşadığımız toplumla uyumlu hale getirmeyi amaçlar. Ego ise bu iki düzeneği denetleyen, ikisi arasında bir köprü kuran bileşendir.

27 Ocak 2010 Çarşamba

AQUA YAŞAM "TAROT VE SEMBOLİZMİ" EĞİTİMİ BAŞLIYOR!

Erhan Altunay ile
TAROT'UN ve SEMBOLLERİN GİZEMLİ DÜNYASINI KEŞFEDİN!

Ücretsiz tanıtım semineri: 2 Şubat 2010, 19.00
Eğitim başlangıç tarihi: 9 Şubat 2010, 19.00


 Sembollerin dilini öğrenmek ve kadim bilgeliğin kapısını aralamak, kendimizi tanımak için sihirli bir yolculuğu başlatmaktır... Kollektif bilinçaltımızda yer alan ve açığa çıkmak için bekleyen bu semboller, kendini Tarot’un gizemli dünyası aracılığıyla bize sunuyor ve içimizdeki “bilge”yi uyandırmak için yüzyılların ötesinden bugüne sesleniyor...

Tarot, Batı ezoterizminin en önemli sembolik formlarından biridir ve yaklaşık altı yüzyıldır yorum sanatında ve başka çalışmalarda büyük rol oynamıştır. 78 karttan oluşan Tarot destesinin her bir kartında çok önemli semboller bulunur. Ve bu sembollerin bilinçaltımızda açılmasıyla birlikte, kartlarla aramızda enerjitik bir bağ kurulur.

Kökenine baktığımızda ezoterik sembollerin toplandığı bir deste olarak ortaya çıkmışsa da, Tarot kartları zamanla fal ve büyü için bir araç olarak kullanılmıştır. Ancak Tarot’un en önemli faydası, kendimizi ve karşımızdakini anlamak ve geleceğimizi şekillendirmek için atacağımız adımlarla ilgilidir. Tarot etkin ve doğru şekilde kullanılırsa, zengin sembolik içeriği nedeniyle direkt bilinçaltına hitap eder. Yaşam içinde tıkandığımız noktaları belirlemede ve sürekli tekrarlanan, içinden çıkamadığımız senaryoları değiştirme gücünü gösterebilmemizde etkili bir araç olarak karşımıza çıkar.

Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi bünyesinde gerçekleştirilecek olan Tarot eğitimi, bu düşünceden yola çıkar ve Tarot’u son zamanların dejenere olmuş fal yöntemlerinden uzak tutarak en eski ve doğru anlamı ile, gerekli sembol bilgisini vererek tanıtmayı hedefler.

26 Ocak 2010 Salı

TAROT NEDİR? TARİHÇESİ VE SEMBOLİZMİ...



Ezoterizmle uğraşan biri eninde sonunda Tarot’a da bulaşmak zorunda kalır. İçerdiği semboller ve anlattığı inisiyatik aşamalar açısından Tarot eşsiz bir Liber Mutus’dur. ("Sessiz Kitap" ya da daha doğru bir deyişle resimli, yazısız kitap.) Ezoterizmle uğraşan ve Tarot’a bulaşan bu kişi, eninde sonunda “Tarot bir fal aracı mıdır?” sorusuna muhatap kalır. Sonunda anlar ki Tarot, böyle bir amaçla ortaya çıkmamış olsa da, bu amaç için kullanılabilir. Ve ezoterizmle uğraşan, Tarot’a bulaşan ve “Tarot bir fal aracı mıdır?” sorusunun yanıtını bulan bu kişi, eninde sonunda fal baktırmak isteyenlerin gözdesi olur.

Tarot, batı ezoterizminin en önemli sembolik formlarından birini temsil eder. Batı ezoterizminde altı yüz yıla yakın bir zamandır gerek yorum sanatında, gerek büyüde gerekse de fal ve kehanette büyük rol oynamıştır.

Tarot sözcüğünün nereden geldiği tartışmalıdır. Bunun için birçok görüş vardır. Bir görüşe göre Tarot sözcüğü Latince’de tekerlek/çark anlamına gelen rota sözcüğü ile ilişkilidir. Bir başka görüşe göre ise Tarot sözcüğü Mısır kökenlidir ve “Kral Yolu” anlamına gelen Ta-roş sözcüğünden türemiştir. Tarot’un kökenini Mısır’a dayandıran bir başka görüş de bu sözcüğün Mısır tanrısı Thoth’un adından türediği yönündedir. Bu sözcüğü İbranice’deki Torah ile ilişkilendirenler de olmuştur.

Tarot en yalın anlamı ile, 78 karttan oluşan ve her bir kartında farklı bir sembol olan bir destedir.
Tarot kartlarından 22 tanesi Arcana Major[1] diye adlandırılır. Bunlar üzerinde farklı sembolik resimler olan bir tanesi hariç numaralı kartlardır. Kalanlar ise Arcana Minor olarak adlandırılırlar ve bizim kullandığımız iskambil kağıtlarının atasıdırlar. Eski destelerde Arcana Minor serisinde, sayılarda, sayısal değerleri temsil eden ve hangi gruba ait olduğunu bildiren işaretler dışında sembol yoktur.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Sayıların Sembolizmi


Sembol sözcüğü etimolojik olarak Latince Symbolum sözcüğünden Fransızca'ya, oradan da Türkçe'ye geçmiştir. Sözcüğün ilk anlamı tanınma işaretidir. Kökeni ise Yunanca'daki, sumbolon sözcüğüdür. İşaret,sembol, alegori anlamına gelen sözcüğün kökeninde zaten birlikteliği belirten - sum ön eki vardır.

Sözcük anlamı olarak sembol, "Biçimi ya da doğası ile bir düşünceyi ya da düşünceler bütününü çağrıştıran nesne ya da resim" demektir. Meydan Larousse ise sembol tanımını "Duyularla algılanamayan bir şeyi belirten somut şey veya işaret" şeklinde vermektedir. Yine Meydan Larousse'a göre sembolizm, "Olguları yorumlamaya veya inançları anlatmaya yarayan semboller sistemi" olarak tanımlanmıştır.

İnsanlar ilk çağlardan beri sembolleri kullanagelmişler, dönemlerinin kendilerine göre özel ve gizli kalması gereken bilgilerini bazı semboller aracılığı ile anlatmışlardır. İlk çağlarda evrenle ilgili bilgiler, psikolojiyle ilgili bilgiler, ezoterik bilgiler hep semboller aracılığı ile aktarılmıştır.

Mitler, efsaneler, folklorik öyküler, hatta masallar ve çeşitli sanat eserleri bizlere bu sembollerin aktarılmasını sağlamışlardır.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Özgürlük ve Sorumluluk


Her birimiz doğumumuzun ardından kimliğimizi geliştirme, yapılandırma, hayatı tanıma ve uyum sağlama sırasında bir sürece ihtiyaç duyarız. Bu; hem fiziksel hem de duygusal açıdan gerekli; seçimlerimizi, kimliğimizi, doğrularımızı, yanlışlarımızı belirleyebileceğimiz bir dönemdir. En başta yemek yeme, hareket etme, su içme gibi tüm fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için annemize çok bağımlıyken, zaman içinde önce emeklemeye başlarız. Dengelendikçe, o sürece hakim oldukça, bir ileri aşamaya geçeriz. Tutunarak yürümeye, bağımsız yürümeye, koşmaya kadar ilerleriz. Tüm fiziksel ihtiyaçlarımızı kendimiz karşılamayı öğrenene kadar, bu süreç bu şekilde devam eder.

Aynı süreç duygu ve düşünce yapımızın gelişimi için de geçerlidir. Hayatımızı anlamlandırıp; farklılıkları, seçtiğimiz etkilerin oluşturduğu tepkileri ve bize geri dönüşlerini öğrenene kadar; anne, baba, öğretmen gibi, ilerisinin deneyim veya bilgisine sahip kişilerin yönlendirmesine, yardımına ihtiyaç duyarız. Bu esnada egomuz kendi seçimlerini oluşturabilecek kadar güçlenmeye başlar; deneyimledikçe olgunlaşıp, kendine uygun olan ve olmayanı ayırt edebilir hale gelir. Ancak zaman zaman yorulan egomuz deşarj olmaya, dinlenmeye de ihtiyaç duyar. Stresin oluşturduğu gerginlikten kurtulmak için kaçışlar yaşar. Bu, bir çocuğun eve gelip çok ödevi varken, televizyon izlemesi gibidir. Ya da spor yaparken yoğun çalıştırdığımız kasları, arada durup su içerek dinlendirdiğimiz ana benzer. Ancak “terliyorum, yoruluyorum” diye kasınızı yormamak, terlemekten kaçmak bedeninize nasıl etki ederse, hayat da egonuza aynı şekilde etki eder. Seçimlerimizi yapmalı, sürecin stresine ve sonuçlarına katlanmalı, kimi zaman düşsek de yeniden ayağa kalkacak kadar güçlenmeyi öğrenmemiz gerekir.

22 Ocak 2010 Cuma

Kelebek Etkisi ve Zanlıyı Öldürmek


Hayatta bazen bulunduğumuz noktada aynı gerçeklikte tıkandığımızı hissederiz. Bu; hep döngü şeklinde tekrarlayan sorunlar, benzer sıkıntılar, umutsuzluklar döngüsüdür. Oradan hiç çıkamayacağımızı, sıkıştığımızı hissederiz. Hepimizin hayatında aslında bakmaya korktuğumuz tekrarlayan umutsuzluklar döngüsü ve umudumuzu, değiştirebilme gücümüzü yitirdiğimiz anlar vardır.

Umutla gelecekle ilgili bir şeylerin değiştiğini, bu sefer aynı sonla biten aşkların yaşanmayacağını, aynı parasal sıkıntıların olmayacağını, aynı başarısız kabullenilmiş sonların olmayacağını gösterecek bir ipucu için dua ederiz. Her şeyin aynı olduğunu gördüğümüzde ise, gücümüzün ve umudumuzun içimizde giderek yok olduğunu hissederiz. Oysa o döngüde kalmayı seçen, tekrarlayan geçmişi gelecekte yineleyen bizlerizdir. Geçmişte yaşanan sıkıntılı anlar, geçmişte edinilmiş deneyimler, oluşan korkular, korkularımızdan dolayı oluşan kişiliğimizdeki tepki ve şekillerimiz, tekrarlayan geçmişin geleceğe yansımalarından başka bir şey değildir. Çünkü bazen öyle anlar gelir ki hayatımızda o değişimi gerçekleştirebilecek kişiler, fırsatlar ortaya çıkar. Biz o değişimin kokusunu hissettiğimiz an yeni geleceğe geçme, değişme arzumuz o kadar güçlüdür ki... bazen bir kelebek kadar hassas olan değişim fırsatını ellerimizde tek kurtuluşumuz olarak görerek öyle sıkı tutmaya kalkarız ki, kelebek etkisini yaratacak zanlı kelebekler elimizde nefes alamaz ve ölürler. Tıpkı cinayet filmlerinde katil zanlısını arayan kahraman gibi, o değişimi ararken yakaladığımızda güvende hissedebilmek, tanımadığımız, belirsiz bir geleceğin güvensizliğinden, bir kez daha hayal kırıklığı yaşamamak için potansiyel katil zanlısını daha cinayeti işlemeden bizde değişimin duygusunu aralayamadan öldürmeye çalışırız. Bu sefer de nasılsa aynı olacak, olmayacağını bana kanıtla dercesine o olasılığı zedeler, aynı hataları onun üzerinde tekrarlarız. Ben aynı davranıyorum ama her şeyin farklı olacağını bana kanıtla dercesine...

Dışarıdan biz ne yaparsak yapalım, aynı hataları yapsak da, aynı darbeleri vursak da dayanabilen, bize rağmen değiştirebilecek bir kudret ararız. Oysa biz değişmediğimiz, bu kez farklı davranmadığımız sürece bize rağmen gelen her fırsat aynı etkilere aynı tepkileri verecek ve aynı sonu bize sunacaktır. Kendi seçimlerimizi yaşayıp, seçimlerimiz bize değiştirilmeden saygıyla kabul edilip gerçekleştiği için öfkeleniriz. Aslında yüzleşemediğimiz, bakmak istemediğimiz kendiliğimiz hariç dışarıdaki her yere bakarız, herkesi ve her şeyi suçlarız.

Hayatlarımızda kelebek etkisi oluşturacak anlar vardır. Tıpkı bir bilgisayar oyununda bir seviyeden diğer seviyeye geçmeden önce, kendimizde tamamlanması gereken parçayı keşfedene kadar o oyunda sıkışıp kalmak gibidir. Ve bir diğer farklı ben'e geçmekle arada hem enerjitik hem bilişsel bir boşluk vardır. Bir diğer gerçekliğe geçebilmek, yaşamda değişim yaratabilmek kendi hayatımızda yarattığımız kelebek etkileri ile gerçekleşir. Bu etkileri yaratırken her zaman olduğumuzdan başka bir davranış, düşünce veya duyguyu en azından bir kez sergilediğinizde veya o alışılmış duygu ve düşüncenize rağmen yeni bir gerçeklik fırsatı sunabilecek, kelebek etkisi yaratabilecek zanlıyı, o kelebeği öldürmediğinizde değişim başlar. Geçmişimizden özgürleştiğimiz an gerçekten yepyeni bir gelecek yaratabiliriz. Bazen sadece bir kez olsun bir yerde farklı hissedebilmek ve davranabilmek bazen bambaşka bir yaşamda gözlerimizi açmamıza neden olur...

Yepyeni arzuladığınız yaşamları yeni yılda yaratabilmeniz dileğiyle... Sevgiler.

Uzm. Dr. SEDA ÜLGEN

Aşk, Ayrılık ve Yola Yeniden Çıkış


Aşk üzerine neler yazıldı, neler çizildi... Aşkın Metafiziği’nden popüler kitaplara, ilkçağlardan günümüze kadar, aşk her zaman incelenen bir konu oldu.

Aşk ve ilişkiler konusuna biraz da arketipik açıdan bakalım istedik.

ARAYIŞ...
Jung her erkeğin içinde bir kadın (anima), her kadının içinde de bir erkek (animus) olduğunu söyler. Anima erkek için en önemli kadın figürünü temsil eden kollektif bilinçdışı arketipidir. Erkeği kadınsı hareketlere sürükleyen bu figür aynı zamanda ilişkilerini de belirler. Jung “Her anne ve her sevgili, erkeğin içindeki derin gerçekliği oluşturan, her zaman var olan, bu öncesiz imajın taşıyıcısı olmak zorunda kalır” der. Bir başka deyişle erkek seçimlerini bu figüre göre yapar ve ilişkilerini buna göre yaşar. Aynı şekilde kadın da seçimlerini animus figürüne göre yapar.
“Modern kültürümüzün tamamen maddeleşmiş olan ortamında başka hiçbir sığınak bulamayan dinsel içgüdülerimiz; değişik bir kimlikle de olsa, varlıklarını sürdürebilme gayretiyle, gizlice yaşayabilecekleri ve kimsenin onları aramayı akıl edemeyecekleri bir çevreye, romantik aşka göç etmişlerdir. Aşık olduğumuz zamanların dışında yaşamımızın hiçbir anlamı olmadığını sanmamızın sebebi de budur. Yine bu nedenledir ki, romantik aşk, kültürümüzün tek ve en büyük psikolojik gücü haline gelmiştir.”

Romantik aşka bir de bu gözle bakarsak aslında yaşanan aşkın deneyimin dinsel deneyimden çok uzak olmadığını görürüz.

Riane Eisler (Sacred Pleasure, 1995), romantik bir geceyi hayal etmemizi ister. Gerçekten de “romantik bir gece” dediğimizde aklımıza mum, şarap, güzel kokulu bir tütsü ve müzik gelir. Aslında bunların hepsi eski çağların dinsel ritüelleridir.