31 Ocak 2010 Pazar

Zordur Kadın Olmak

Kadın olmak... hele de bu çağda, bu ülkede… Söylerken bile bazen zorlanıyor insan. Kim olacağını bilemeyen; yüzlerce yük, kimlik sırtında, beklentiler, öğretiler arasından kendine yol açmaya çalışan kadınlarsanız hele... Anne mi? Çalışan mı? Kırılgan mı? Güçlü mü? Hizmet mi etmeli, savaşmalı mı?

Kadın olmak... Acaba eskiden daha mı kolaydı? Bilemiyorum ama şimdi daha zor eminim.
Hassas vücutlarına ağır zırhlarını giyen, gözyaşlarını, yumuşak duygularını yok etmeye çalışan, taşıyamadıkları ağır zırhların bedenlerinde yaralar açtığını bilen kadınlar... İyileşemeyen ve her şeye rağmen gülümseyen…

Bir erkeğe hizmet etmeli, yuvasını var etmek için fedakarlık yapmalı, ödün verenin hep o olması gerektiği ile başlayan öğretiler, en büyük ve temel bilgiyi de verir ona: ” Bir erkek olmadan hayatta asla güvende olduğunu öğrenemezsin”. Sonra da iş dünyasına yollarlar, tek başına erkeklere karşı savaş diye... Güvende olmadığını, güçsüz olduğunu yıllardır içinde bir yer itiraz etse de öğretilen kadınlar itiraz etmeden anlayamadıkları karmaşaya uymaya çalışırlar. Yıllarca üzerlerine değersizlik, zayıflık yüklenen kadınlar bir erkekle güvende, değerli olacaklarını sanırlar.

29 Ocak 2010 Cuma

"... her güçlü fikir kesinlikle hayranlık uyandırıcıdır ve biz onu kullanmaya karar verene kadar kesinlikle yararsızdır!"
Richard Bach

Erkeğin Arayışı


Erkek de kadın da içgüdüsel olarak "birliktelik" eylemini gerçekleştirmek için hareket eder. Erkeğin arayışı her zaman Kutsal Kâse’nin arayışı ile sembolize edilmiştir. Kutsal Kâse (Holy Grail-Saint Graal) aslında dişilikle ilgili bir semboldür.

Erkeğin bu evrensel birleşmesi, aslında Jung’un deyimiyle kendi içindeki kadınla birleşmesi ya da daha geniş açıdan bakarsak Evren’deki dişi ve erkek güçlerin bir birlikteliğidir. Erkek primer anima figürünü anneden aldığı için aslında bu birleşme, bir başka erkeğin, babanın, dişisi olan anneden koparak kendi dişisini bulma yönünde inisiyatik bir yolculuğudur aynı zamanda. Ancak bu anne etkisinden kurtulmak çok da kolay değildir.

28 Ocak 2010 Perşembe

BİR DUYGUYU MAKYAJLAMAK



"Geçtim hepsinden öyle hünerle ki yaşadığımı sanıyorlar hala."

Birhan Keskin'in çok sevdiğim dizelerinden biridir bu. Ve geçen gün dilimden döküldü. Birden uzun süredir şiir kitabı almadığımı, hatta şiir bile okumadığımı fark ettim. Eskiden girdiğim her kitapçıda ya da sahafta, nasıl heyecanla şiir kitaplarının olduğu bölümü aradığımı hatırlarım. Kitaplığımda onlarca şiir kitabı, ezberimde yüzlerce şiir olan ben, ne olmuştu da uzun zamandır şiir okumamıştım... Kainat şairlerin elinden çıkmıştır derdim hep, ülkelerin şairler tarafindan yönetilmesi taraftarıydım. Peki ne olmuştu da şiir benim hayatımdan çıkmıştı?

Önce 'tesadüf'' dedim içimden, tesadüfler... Ancak sonra Hermetik metinlerdeki Hermes Trismegistus'un sözleri geldi aklıma: "Evrende hiçbir şey tesadüf değildir; insanoğlu bilmediği, anlayamadığı yasaları açıklamakta tesadüfü kullanır" demişti Hermes. Önce bu yaşadığımın tesadüf olmadığını kabul ettim. Sonra mümkün olduğunca ego savunma düzeneklerini kullanmadan şöyle sordum kendime: "Eskiden hayatımda şiir olmasaydı nasıl hissederdim?" "Korunaksız, sığınacağım hiçbir şey yokmuş gibi..." Elbette korunaksız hissetmemin altında da başka bir duygu vardı.

Bunları niçin anlattım? Sebep şiirle olan ilişkim ve altındaki duygum değil aslına bakarsanız. Hayatımızı farkında olmadan yönlendiren ve tesadüf olarak açıklamaya çalıştığımız birkaç yasadan bahsetmek temel amacım. Önce kendimize, sonra çevremizde gördüğümüz her şeye ki bu; sevgiliniz, eşiniz, işiniz hatta hobileriniz olabilir, dikkatlice bakın ve sorun kendinize "Onlar neden ordalar?"... Hepsi birer tesadüf mü yoksa sizin "seçimleriniz" mi?

Bu soruların cevaplarını ararken biraz temel psikolojiye göz atmakta fayda var. Bilinçdışımızı yönlendiren üç düzenek vardır; İd, Ego ve Süperego. İd yasam enerjimizin olduğu içimizdeki çocuktur. Kuralları yoktur. İyi ve kötü benlikten oluşur ve her zaman iyi benlikte durmaya calışır. Süperego çocukluktan itibaren öğrendigimiz (anne, baba vs.) kurallar bütünüdür. Bizi yaşadığımız toplumla uyumlu hale getirmeyi amaçlar. Ego ise bu iki düzeneği denetleyen, ikisi arasında bir köprü kuran bileşendir.

27 Ocak 2010 Çarşamba

AQUA YAŞAM "TAROT VE SEMBOLİZMİ" EĞİTİMİ BAŞLIYOR!

Erhan Altunay ile
TAROT'UN ve SEMBOLLERİN GİZEMLİ DÜNYASINI KEŞFEDİN!

Ücretsiz tanıtım semineri: 2 Şubat 2010, 19.00
Eğitim başlangıç tarihi: 9 Şubat 2010, 19.00


 Sembollerin dilini öğrenmek ve kadim bilgeliğin kapısını aralamak, kendimizi tanımak için sihirli bir yolculuğu başlatmaktır... Kollektif bilinçaltımızda yer alan ve açığa çıkmak için bekleyen bu semboller, kendini Tarot’un gizemli dünyası aracılığıyla bize sunuyor ve içimizdeki “bilge”yi uyandırmak için yüzyılların ötesinden bugüne sesleniyor...

Tarot, Batı ezoterizminin en önemli sembolik formlarından biridir ve yaklaşık altı yüzyıldır yorum sanatında ve başka çalışmalarda büyük rol oynamıştır. 78 karttan oluşan Tarot destesinin her bir kartında çok önemli semboller bulunur. Ve bu sembollerin bilinçaltımızda açılmasıyla birlikte, kartlarla aramızda enerjitik bir bağ kurulur.

Kökenine baktığımızda ezoterik sembollerin toplandığı bir deste olarak ortaya çıkmışsa da, Tarot kartları zamanla fal ve büyü için bir araç olarak kullanılmıştır. Ancak Tarot’un en önemli faydası, kendimizi ve karşımızdakini anlamak ve geleceğimizi şekillendirmek için atacağımız adımlarla ilgilidir. Tarot etkin ve doğru şekilde kullanılırsa, zengin sembolik içeriği nedeniyle direkt bilinçaltına hitap eder. Yaşam içinde tıkandığımız noktaları belirlemede ve sürekli tekrarlanan, içinden çıkamadığımız senaryoları değiştirme gücünü gösterebilmemizde etkili bir araç olarak karşımıza çıkar.

Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi bünyesinde gerçekleştirilecek olan Tarot eğitimi, bu düşünceden yola çıkar ve Tarot’u son zamanların dejenere olmuş fal yöntemlerinden uzak tutarak en eski ve doğru anlamı ile, gerekli sembol bilgisini vererek tanıtmayı hedefler.

26 Ocak 2010 Salı

TAROT NEDİR? TARİHÇESİ VE SEMBOLİZMİ...



Ezoterizmle uğraşan biri eninde sonunda Tarot’a da bulaşmak zorunda kalır. İçerdiği semboller ve anlattığı inisiyatik aşamalar açısından Tarot eşsiz bir Liber Mutus’dur. ("Sessiz Kitap" ya da daha doğru bir deyişle resimli, yazısız kitap.) Ezoterizmle uğraşan ve Tarot’a bulaşan bu kişi, eninde sonunda “Tarot bir fal aracı mıdır?” sorusuna muhatap kalır. Sonunda anlar ki Tarot, böyle bir amaçla ortaya çıkmamış olsa da, bu amaç için kullanılabilir. Ve ezoterizmle uğraşan, Tarot’a bulaşan ve “Tarot bir fal aracı mıdır?” sorusunun yanıtını bulan bu kişi, eninde sonunda fal baktırmak isteyenlerin gözdesi olur.

Tarot, batı ezoterizminin en önemli sembolik formlarından birini temsil eder. Batı ezoterizminde altı yüz yıla yakın bir zamandır gerek yorum sanatında, gerek büyüde gerekse de fal ve kehanette büyük rol oynamıştır.

Tarot sözcüğünün nereden geldiği tartışmalıdır. Bunun için birçok görüş vardır. Bir görüşe göre Tarot sözcüğü Latince’de tekerlek/çark anlamına gelen rota sözcüğü ile ilişkilidir. Bir başka görüşe göre ise Tarot sözcüğü Mısır kökenlidir ve “Kral Yolu” anlamına gelen Ta-roş sözcüğünden türemiştir. Tarot’un kökenini Mısır’a dayandıran bir başka görüş de bu sözcüğün Mısır tanrısı Thoth’un adından türediği yönündedir. Bu sözcüğü İbranice’deki Torah ile ilişkilendirenler de olmuştur.

Tarot en yalın anlamı ile, 78 karttan oluşan ve her bir kartında farklı bir sembol olan bir destedir.
Tarot kartlarından 22 tanesi Arcana Major[1] diye adlandırılır. Bunlar üzerinde farklı sembolik resimler olan bir tanesi hariç numaralı kartlardır. Kalanlar ise Arcana Minor olarak adlandırılırlar ve bizim kullandığımız iskambil kağıtlarının atasıdırlar. Eski destelerde Arcana Minor serisinde, sayılarda, sayısal değerleri temsil eden ve hangi gruba ait olduğunu bildiren işaretler dışında sembol yoktur.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Sayıların Sembolizmi


Sembol sözcüğü etimolojik olarak Latince Symbolum sözcüğünden Fransızca'ya, oradan da Türkçe'ye geçmiştir. Sözcüğün ilk anlamı tanınma işaretidir. Kökeni ise Yunanca'daki, sumbolon sözcüğüdür. İşaret,sembol, alegori anlamına gelen sözcüğün kökeninde zaten birlikteliği belirten - sum ön eki vardır.

Sözcük anlamı olarak sembol, "Biçimi ya da doğası ile bir düşünceyi ya da düşünceler bütününü çağrıştıran nesne ya da resim" demektir. Meydan Larousse ise sembol tanımını "Duyularla algılanamayan bir şeyi belirten somut şey veya işaret" şeklinde vermektedir. Yine Meydan Larousse'a göre sembolizm, "Olguları yorumlamaya veya inançları anlatmaya yarayan semboller sistemi" olarak tanımlanmıştır.

İnsanlar ilk çağlardan beri sembolleri kullanagelmişler, dönemlerinin kendilerine göre özel ve gizli kalması gereken bilgilerini bazı semboller aracılığı ile anlatmışlardır. İlk çağlarda evrenle ilgili bilgiler, psikolojiyle ilgili bilgiler, ezoterik bilgiler hep semboller aracılığı ile aktarılmıştır.

Mitler, efsaneler, folklorik öyküler, hatta masallar ve çeşitli sanat eserleri bizlere bu sembollerin aktarılmasını sağlamışlardır.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Özgürlük ve Sorumluluk


Her birimiz doğumumuzun ardından kimliğimizi geliştirme, yapılandırma, hayatı tanıma ve uyum sağlama sırasında bir sürece ihtiyaç duyarız. Bu; hem fiziksel hem de duygusal açıdan gerekli; seçimlerimizi, kimliğimizi, doğrularımızı, yanlışlarımızı belirleyebileceğimiz bir dönemdir. En başta yemek yeme, hareket etme, su içme gibi tüm fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için annemize çok bağımlıyken, zaman içinde önce emeklemeye başlarız. Dengelendikçe, o sürece hakim oldukça, bir ileri aşamaya geçeriz. Tutunarak yürümeye, bağımsız yürümeye, koşmaya kadar ilerleriz. Tüm fiziksel ihtiyaçlarımızı kendimiz karşılamayı öğrenene kadar, bu süreç bu şekilde devam eder.

Aynı süreç duygu ve düşünce yapımızın gelişimi için de geçerlidir. Hayatımızı anlamlandırıp; farklılıkları, seçtiğimiz etkilerin oluşturduğu tepkileri ve bize geri dönüşlerini öğrenene kadar; anne, baba, öğretmen gibi, ilerisinin deneyim veya bilgisine sahip kişilerin yönlendirmesine, yardımına ihtiyaç duyarız. Bu esnada egomuz kendi seçimlerini oluşturabilecek kadar güçlenmeye başlar; deneyimledikçe olgunlaşıp, kendine uygun olan ve olmayanı ayırt edebilir hale gelir. Ancak zaman zaman yorulan egomuz deşarj olmaya, dinlenmeye de ihtiyaç duyar. Stresin oluşturduğu gerginlikten kurtulmak için kaçışlar yaşar. Bu, bir çocuğun eve gelip çok ödevi varken, televizyon izlemesi gibidir. Ya da spor yaparken yoğun çalıştırdığımız kasları, arada durup su içerek dinlendirdiğimiz ana benzer. Ancak “terliyorum, yoruluyorum” diye kasınızı yormamak, terlemekten kaçmak bedeninize nasıl etki ederse, hayat da egonuza aynı şekilde etki eder. Seçimlerimizi yapmalı, sürecin stresine ve sonuçlarına katlanmalı, kimi zaman düşsek de yeniden ayağa kalkacak kadar güçlenmeyi öğrenmemiz gerekir.

22 Ocak 2010 Cuma

Kelebek Etkisi ve Zanlıyı Öldürmek


Hayatta bazen bulunduğumuz noktada aynı gerçeklikte tıkandığımızı hissederiz. Bu; hep döngü şeklinde tekrarlayan sorunlar, benzer sıkıntılar, umutsuzluklar döngüsüdür. Oradan hiç çıkamayacağımızı, sıkıştığımızı hissederiz. Hepimizin hayatında aslında bakmaya korktuğumuz tekrarlayan umutsuzluklar döngüsü ve umudumuzu, değiştirebilme gücümüzü yitirdiğimiz anlar vardır.

Umutla gelecekle ilgili bir şeylerin değiştiğini, bu sefer aynı sonla biten aşkların yaşanmayacağını, aynı parasal sıkıntıların olmayacağını, aynı başarısız kabullenilmiş sonların olmayacağını gösterecek bir ipucu için dua ederiz. Her şeyin aynı olduğunu gördüğümüzde ise, gücümüzün ve umudumuzun içimizde giderek yok olduğunu hissederiz. Oysa o döngüde kalmayı seçen, tekrarlayan geçmişi gelecekte yineleyen bizlerizdir. Geçmişte yaşanan sıkıntılı anlar, geçmişte edinilmiş deneyimler, oluşan korkular, korkularımızdan dolayı oluşan kişiliğimizdeki tepki ve şekillerimiz, tekrarlayan geçmişin geleceğe yansımalarından başka bir şey değildir. Çünkü bazen öyle anlar gelir ki hayatımızda o değişimi gerçekleştirebilecek kişiler, fırsatlar ortaya çıkar. Biz o değişimin kokusunu hissettiğimiz an yeni geleceğe geçme, değişme arzumuz o kadar güçlüdür ki... bazen bir kelebek kadar hassas olan değişim fırsatını ellerimizde tek kurtuluşumuz olarak görerek öyle sıkı tutmaya kalkarız ki, kelebek etkisini yaratacak zanlı kelebekler elimizde nefes alamaz ve ölürler. Tıpkı cinayet filmlerinde katil zanlısını arayan kahraman gibi, o değişimi ararken yakaladığımızda güvende hissedebilmek, tanımadığımız, belirsiz bir geleceğin güvensizliğinden, bir kez daha hayal kırıklığı yaşamamak için potansiyel katil zanlısını daha cinayeti işlemeden bizde değişimin duygusunu aralayamadan öldürmeye çalışırız. Bu sefer de nasılsa aynı olacak, olmayacağını bana kanıtla dercesine o olasılığı zedeler, aynı hataları onun üzerinde tekrarlarız. Ben aynı davranıyorum ama her şeyin farklı olacağını bana kanıtla dercesine...

Dışarıdan biz ne yaparsak yapalım, aynı hataları yapsak da, aynı darbeleri vursak da dayanabilen, bize rağmen değiştirebilecek bir kudret ararız. Oysa biz değişmediğimiz, bu kez farklı davranmadığımız sürece bize rağmen gelen her fırsat aynı etkilere aynı tepkileri verecek ve aynı sonu bize sunacaktır. Kendi seçimlerimizi yaşayıp, seçimlerimiz bize değiştirilmeden saygıyla kabul edilip gerçekleştiği için öfkeleniriz. Aslında yüzleşemediğimiz, bakmak istemediğimiz kendiliğimiz hariç dışarıdaki her yere bakarız, herkesi ve her şeyi suçlarız.

Hayatlarımızda kelebek etkisi oluşturacak anlar vardır. Tıpkı bir bilgisayar oyununda bir seviyeden diğer seviyeye geçmeden önce, kendimizde tamamlanması gereken parçayı keşfedene kadar o oyunda sıkışıp kalmak gibidir. Ve bir diğer farklı ben'e geçmekle arada hem enerjitik hem bilişsel bir boşluk vardır. Bir diğer gerçekliğe geçebilmek, yaşamda değişim yaratabilmek kendi hayatımızda yarattığımız kelebek etkileri ile gerçekleşir. Bu etkileri yaratırken her zaman olduğumuzdan başka bir davranış, düşünce veya duyguyu en azından bir kez sergilediğinizde veya o alışılmış duygu ve düşüncenize rağmen yeni bir gerçeklik fırsatı sunabilecek, kelebek etkisi yaratabilecek zanlıyı, o kelebeği öldürmediğinizde değişim başlar. Geçmişimizden özgürleştiğimiz an gerçekten yepyeni bir gelecek yaratabiliriz. Bazen sadece bir kez olsun bir yerde farklı hissedebilmek ve davranabilmek bazen bambaşka bir yaşamda gözlerimizi açmamıza neden olur...

Yepyeni arzuladığınız yaşamları yeni yılda yaratabilmeniz dileğiyle... Sevgiler.

Uzm. Dr. SEDA ÜLGEN

Aşk, Ayrılık ve Yola Yeniden Çıkış


Aşk üzerine neler yazıldı, neler çizildi... Aşkın Metafiziği’nden popüler kitaplara, ilkçağlardan günümüze kadar, aşk her zaman incelenen bir konu oldu.

Aşk ve ilişkiler konusuna biraz da arketipik açıdan bakalım istedik.

ARAYIŞ...
Jung her erkeğin içinde bir kadın (anima), her kadının içinde de bir erkek (animus) olduğunu söyler. Anima erkek için en önemli kadın figürünü temsil eden kollektif bilinçdışı arketipidir. Erkeği kadınsı hareketlere sürükleyen bu figür aynı zamanda ilişkilerini de belirler. Jung “Her anne ve her sevgili, erkeğin içindeki derin gerçekliği oluşturan, her zaman var olan, bu öncesiz imajın taşıyıcısı olmak zorunda kalır” der. Bir başka deyişle erkek seçimlerini bu figüre göre yapar ve ilişkilerini buna göre yaşar. Aynı şekilde kadın da seçimlerini animus figürüne göre yapar.
“Modern kültürümüzün tamamen maddeleşmiş olan ortamında başka hiçbir sığınak bulamayan dinsel içgüdülerimiz; değişik bir kimlikle de olsa, varlıklarını sürdürebilme gayretiyle, gizlice yaşayabilecekleri ve kimsenin onları aramayı akıl edemeyecekleri bir çevreye, romantik aşka göç etmişlerdir. Aşık olduğumuz zamanların dışında yaşamımızın hiçbir anlamı olmadığını sanmamızın sebebi de budur. Yine bu nedenledir ki, romantik aşk, kültürümüzün tek ve en büyük psikolojik gücü haline gelmiştir.”

Romantik aşka bir de bu gözle bakarsak aslında yaşanan aşkın deneyimin dinsel deneyimden çok uzak olmadığını görürüz.

Riane Eisler (Sacred Pleasure, 1995), romantik bir geceyi hayal etmemizi ister. Gerçekten de “romantik bir gece” dediğimizde aklımıza mum, şarap, güzel kokulu bir tütsü ve müzik gelir. Aslında bunların hepsi eski çağların dinsel ritüelleridir.