tag:blogger.com,1999:blog-6220014259118592332024-03-19T02:32:24.992-07:00Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm MerkeziKelebek etkisiyle yaşamda bir fark yaratmak için buradayız. Düzenlediğimiz eğitimler, bire bir seanslar ve eğitimcilerimizin yazılarının yanı sıra, bu platformda paylaşmaya değer bulduğumuz her bilgiyle bir parça daha özgür ve özgün olabilmek için beraberiz...Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.comBlogger19125tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-10265284580081632362010-04-30T04:47:00.000-07:002010-04-30T04:49:52.827-07:00"Bilinçaltının Dansı: Tango" Semineri<strong><span style="color: #cc0000; font-size: x-large;">Tango ile kadınlığın ve erkekliğin yeniden keşfi!</span></strong><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgog-rlmiM8xShiTyMS2_LVUNWUhLgnjepGzbQOD-R732PjKBsMJ5xRRXJMX-Ny0XA1RW8yGUUrtz7o2UWMfr8wi22yaXB6w8Be8q3mYhU1x9dJ4IpLeNSpvwCR_8bL6b8Eo9zPzUgV3HJY/s1600/tango.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgog-rlmiM8xShiTyMS2_LVUNWUhLgnjepGzbQOD-R732PjKBsMJ5xRRXJMX-Ny0XA1RW8yGUUrtz7o2UWMfr8wi22yaXB6w8Be8q3mYhU1x9dJ4IpLeNSpvwCR_8bL6b8Eo9zPzUgV3HJY/s400/tango.jpg" tt="true" width="262" /></a></div>Tutkunun ve aşkın dansı olarak tanınan Tango’yu; bilinçaltımıza direkt etki eden ve farkındalığımızı bambaşka bir boyutta geliştiren bir araç olarak hiç düşündünüz mü? <br />
Yıllardır Tango yapan birçok insan bile, <a href="http://aquayasam.blogspot.com/2010/04/tango-ile-degisim-yolculugu.html">Tango’nun gücünü</a> gerçek anlamda keşfetmiş değil aslında... Kadını ve erkeği yeniden tanımlayan Tango; psikoloji, farkındalık ve dengeyi uyumlayan büyük bir güç ve sıradışı bir yaşam biçimi.<br />
<br />
Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi ve Tangoist işbirliğiyle düzenlenecek olan ve Türkiye’de bir ilk niteliğindeki bu seminerde katılımcılar Tango’ya ve Tango yaşamına yepyeni bir açıdan bakmayı, kadın ve erkeğin benzersiz uyumunu yeniden keşfetmeyi deneyimleyecekler. Seminer, Türkiye’de ve dünyada sayısız şampiyonluklara imza atan Tango Öğretmeni Aydın Kocamusaoğlu ve Uzm. Dr. Psikoterapist Seda Ülgen tarafından sunulacak ve pratik dans uygulamalarıyla desteklenecektir.<br />
<br />
<strong>Seminerde ele alınacak konuların bazıları:</strong><br />
<br />
• Danslar içinde Tango’nun gelişim öyküsü<br />
• Bir farkındalık ve dönüşüm aracı olarak Tango<br />
• Tango ile zamanı erteleme; gelecek ve geçmişten kopmadan anı yaşamak<br />
• Tango ile özgürleşme ve gerçeği keşfetme<br />
• Yaratıcılığımızı dış dünyanın ritmiyle uyum içinde ifade etme<br />
• Tutkunun ve aşkın dansı olarak tanınan Tango’yu; bilinçaltımıza direkt etki eden ve farkındalığımızı bambaşka bir boyutta geliştiren bir araç olarak hiç düşündünüz mü? <br />
• “Tango Kadını” ve “Tango Erkeği” olmak; kadınlığın ve erkekliğin gerçek doğası<br />
• Tango ile ikili ilişkilerimizi dengelemeyi öğrenme<br />
• Gerçek aşk ve tutkuyla randevu<br />
• Tango ve Kuantum ilişkisi<br />
• Pratik uygulamalar<br />
<br />
Tarih: 8 Mayıs 2010, 12.00-15.00<br />
Yer: Tangoist (İstiklal Cad. Mis Sok. Mis Han No: 7 Kat: 2 Beyoğlu/İstanbul)<br />
Kayıt için: Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi: 0530 516 12 00<br />
<br />
Uzm. Dr. Seda Ülgen’in “Tango ile Değişim Yolculuğu” adlı yazısı için: <a href="http://aquayasam.blogspot.com/2010/04/tango-ile-degisim-yolculugu.html">http://aquayasam.blogspot.com/2010/04/tango-ile-degisim-yolculugu.html</a><br />
<br />
<br />
<span style="color: black; font-size: large;"><strong><em>Aydın Kocamusaoğlu</em></strong></span><br />
Aydın Kocamusaoğlu & Pelin Koyun çifti, Arjantin Tango çalışmalarına 1999 yılında başladı. Kendilerini Arjantinli farklı pek çok hocadan aldıkları derslerle geliştiren çift, ağırlıklı olarak dünyaca ünlü Arjantinli tango sanatçıları Esteban Moreno & Claudia Codega'dan eğitim aldılar. <br />
<br />
Çift, 2001 yılında Tangoist Dans Stüdyosu'nu kurdu. Stüdyolarında verdikleri eğitimin yanı sıra, üniversitelerdeki çalışmalarıyla da Arjantin Tangosu'nun Türkiye'deki gelişiminde önemli katkıları oldu. 2007 yılından beri Kültür Üniversitesi ve Galatasaray Lisesi'nin tango eğitmenliğini yapmaktadırlar.<br />
<br />
Çiftin Arjantin Tangosu'ndaki kimlikleri sadece eğitmenlikle sınırlı değildir. Performans yönlerini de ortaya çıkartarak farklı çalışmalara imza atmaktadırlar. 2006 yılında Ferhat Göçer ile bir dizi konser, 2009 yılında Zuhal Olcay ile bir konser, Sertab Erener ve ile bir klip çalışması, Toprak Sergen ile "All In One Show" gösterileri, yer aldıkları sahne çalışmalarından bazılarıdır.<br />
<br />
Aydın & Pelin çifti 26 - 30 Eylül 2007 tarihleri arasında Kırım'da düzenlenen 2. Uluslarası Velvet Tango Festivali'ne eğitmen olarak katıldı.<br />
<br />
2 Aralık 2007 tarihinde Türkiye Dans Sporları Federasyonu'nun düzenlediği 1. Arjantin Tango Türkiye Şampiyonası'nda A Klasmanda 1. sıraya çıkarak Türkiye'nin ilk Arjantin Tango Şampiyonu unvanını aldılar.<br />
Çift halen Tangoist Dans Stüdyosu'nda tango çalışmalarına devam etmektedir. <br />
<br />
<strong><span style="color: #cc0000; font-size: large;"><em><span style="color: black;">Uzm</span><span style="color: black;">. Dr. Seda Ülgen</span></em></span></strong><br />
Uzm. Dr. Seda Ülgen, tıp eğitimini İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde tamamladıktan sonra, ihtisasını Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, Aile Hekimliği Uzmanlığı dalında tamamladı. Ülgen, VKV Özel Amerikan Hastanesi’nde 4 yıl boyunca uzman hekim olarak görev yaptı.<br />
<br />
Yeditepe Üniversitesi bünyesinde gerçekleştirilen Basamaklı Hipnoz eğitimlerini başarıyla tamamlayan Dr. Seda Ülgen, hipnoz alanında çeşitli eğitimler ve workshop’lara katılmanın yanı sıra; hipnoz konusunda uzman, profesyonel eğitimcilerle uzun yıllar bire bir çalışmalarda da bulundu.<br />
<br />
Dr. Seda Ülgen, IBRT Enstitüsü bünyesinde, Dr. Janet Cunninghum ve Jeff Ryan tarafından sunulan Regresyon Terapisi (Yaş Geriletme ve Geçmiş Yaşam Terapisi) eğitimlerini tamamladı.<br />
<br />
Halen Psikoterapi Enstitüsü’ne devam etmekte olan Dr. Seda Ülgen, Batı Tıbbı’nda hissettiği eksikliği, Doğu ve Batı Tıbbı’nın sentezini kurarak tamamlamaktadır.<br />
<br />
Kombine bilinçaltı terapileri uygulayan Dr. Ülgen, terapist ve hekim kimliğinin yanı sıra, kurucusu olduğu Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi bünyesinde sunduğu eğitimlerle de, bireylere daha tatminkar bir yaşam yaratmak konusunda ışık tutmayı hedeflemektedir.Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-81322364884207135522010-04-22T01:01:00.000-07:002010-04-22T01:01:27.536-07:00Bilinçaltı ve Hologramlar Semineri<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHVi4xXAKMeP4yIfDjcmqls7JZSYsB3fUCYBipJcN3-RODwyweQh8Qo9DzR9EjThvsWtLxDd_yi-v8rIyB4aZ5i2naDsElLjwYu6y-bhG7_pJ8DR_I32YFGtud-23_zpcj_GRtaZ1CRY9c/s1600/new_see.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHVi4xXAKMeP4yIfDjcmqls7JZSYsB3fUCYBipJcN3-RODwyweQh8Qo9DzR9EjThvsWtLxDd_yi-v8rIyB4aZ5i2naDsElLjwYu6y-bhG7_pJ8DR_I32YFGtud-23_zpcj_GRtaZ1CRY9c/s200/new_see.jpg" width="197" wt="true" /></a></div>Hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimiz fikri; ilişkilerimizde, işimizde ya da sorun yaşadığımız herhangi bir alanda bizleri kabullenmeye ve vazgeçmeye götürüyor. Bir süre sonra neyi kabullenip, neyden vazgeçtiğimizi bile unutuyoruz. Oysa, her bir yapı taşını oraya kendi ellerimizle nasıl koyduğumuzu görsek, acaba koymaya devam eder miydik? <br />
<br />
<br />
Yaşamımıza yeni giren, bizleri başka bir yola götürebilecek her insana, bilinçaltımızdaki “hologramik travmaları”mızı yansıtmaya devam eder miydik? Gerçekte bambaşka kişilik özelliklerine sahip olan o insanları, zihnimizdeki aura’ya hapsederek, hiç olmadıkları kişiler haline getirir miydik? <br />
<br />
Oyuncuları değişse de senaryosu değişmeyen sorun döngülerinden kurtulmak, yaşamlarımızda kelebek etkisi yaratmak ve özgür bir geleceğe sahip olmak istiyorsak, kendimizi ve diğerlerini farkında olmadan hapsettiğimiz hologramlar dünyasının kapılarını aralamalıyız.<br />
<br />
Uzm. Dr. Seda Ülgen tarafından gerçekleştirilecek bu çalışmada, bilinçaltının o gizemli dünyasına ışık tutarak, aslında kendi seçtiğimiz geçmişimizin bugünümüzü nasıl şekillendirdiğini göreceğiz ve geleceğimize farklı bir gözle bakacağız.<br />
<br />
Kayıt için Radia: 0212 296 00 08<br />
Aqua Yaşam: 0530 516 12 00 <br />
<a href="mailto:aqua@aquayasam.com">aqua@aquayasam.com</a>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-1440050187984837942010-04-19T02:31:00.000-07:002010-04-19T09:03:51.758-07:00CİNSEL ENERJİ İLE BENLİK KEŞFİ<strong><em><span style="font-size: large;">"Kundalini ateşi, cinsel semboller ve farkındalık..."</span></em></strong><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMHw1rYhPjLPrVfT7mR-Ux-9zthKv8aJwrQ8sSbvs6rzLuK2B4u3ONBiWzIIPm4Ioc30JuKmVeHGYl1hdLTKXAPI4ilfZ86MJksVbeJgp9wpxP7HlUIRPCi2uHvfOQeD9WpH7GXTxVi7QK/s1600/kundalini390%5B1%5D.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMHw1rYhPjLPrVfT7mR-Ux-9zthKv8aJwrQ8sSbvs6rzLuK2B4u3ONBiWzIIPm4Ioc30JuKmVeHGYl1hdLTKXAPI4ilfZ86MJksVbeJgp9wpxP7HlUIRPCi2uHvfOQeD9WpH7GXTxVi7QK/s400/kundalini390%5B1%5D.jpg" width="400" wt="true" /></a></div>Cinselliğin yüzyıllardır neden tabu olduğunu hiç düşündünüz mü? Nesillerin devamı için şart olan cinsellik, birçok toplum için hala üzerinde kolay konuşulamayan bir konu. Oysa cinsel enerjiyi doğru kullanmak; daha yaratıcı, daha özgür ve daha bilinçli bir yaşam için ihtiyacımız olan altın anahtarı bize sunabilecek çok büyük bir gücü açığa çıkarır. Hepimizin içinde saklı olan büyük potansiyeli uyandırmak için cinsel enerjimizi tanımalı ve doğru şekilde yükseltmeyi öğrenmeliyiz.<br />
<br />
<strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi</strong> tarafından sunulan ve Uzm. Dr. Psikoterapist Seda Ülgen ve Sayın Erhan Altunay tarafından gerçekleştirilecek olan “Cinsel Enerji ile Benlik Keşfi” adlı seminerimizde, bir farkındalık aracı olarak cinselliği tartışacağız.<br />
<br />
<br />
<br />
<strong><em>Seminerimizde ele alınacak konuların bazıları:</em></strong> <br />
• Dişi ve eril enerjilerin önemi<br />
• Kendiliğimize ulaşmada cinsel enerjinin rolü<br />
• Kundalini enerjisi, libidinal enerji ve cinsellik arasındaki ilişki<br />
• Neden enerjitik çalışmalarda cinsel perhiz önerilir?<br />
• Ülkemizde ve gezegenimizde yaşanan cinsellikle ilgili geçişler, zaman açısından ve enerjitik yönden nasıl bir önem taşıyor?<br />
• Dişi enerjimizi neden keşfetmek zorundayız?<br />
• Toplumda cinsel kimliğin kazanılmasının önemi<br />
• Erginlen(e)me(me)<br />
• Cinsellikle ilgili semboller nedir, neden önemlidir?<br />
• Cinselliğin bastırılması ve açığa çıkarılması<br />
• Farkındalığın yolu cinsellikten mi geçiyor?<br />
<br />
29 Nisan 2010, 19.00-21.00 <br />
Bibliotecha Kültür Merkezi, İstiklal Cad. Anadolu Sok. No: 23/6, Taksim/İst<br />
(Ulaşım krokisi için: http://www.bibliotheca-istanbul.com/iletisim.html)<br />
Kayıt ve detaylı bilgi için: 0530 516 12 00<br />
<a href="mailto:aqua@aquayasam.com"><strong>aqua@aquayasam.com</strong></a>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-81424786670002597352010-04-16T03:19:00.000-07:002010-04-16T03:20:32.247-07:00TANGO ile Değişim Yolculuğu<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgeyR_8JMmd5b2z9WBN9XUXkoAw4_y3AMUUa_uAKyb0RzaVrNjDcVGp_lt9Ym31__nFmUudOpEDT_2TC-dDLJsyMZUTuaJBGzNKsYNsmPL4em0YWSWiV3dtKFdRtAWbSJVc6-Cmkc0WWCMg/s1600/feet.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="420" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgeyR_8JMmd5b2z9WBN9XUXkoAw4_y3AMUUa_uAKyb0RzaVrNjDcVGp_lt9Ym31__nFmUudOpEDT_2TC-dDLJsyMZUTuaJBGzNKsYNsmPL4em0YWSWiV3dtKFdRtAWbSJVc6-Cmkc0WWCMg/s640/feet.jpg" width="640" wt="true" /></a></div>Farklı bir duygulanım yaratır "Tango" kelimesini duymak... aşk kokar, tutku kokar, düşünmekle bile bedenimizi bir tebessüm sarar. Tıpkı fantastik bir dünyaya dokunabilmek ve bir düşten geri gelmek gibi olduğunu düşünürüz. Aslında Tango’da durum tam tersidir, düşler dünyasına dokunmanın ötesinde o dünyayı gerçek kılabilmek, onun gerçekliğini kendi dünyamıza getirebilmektir. Bambaşka bir dünyada önce kaybolma, ve yolculuğu tamamlayabilirsek yepyeni bir dünyada yeniden doğmaktır. <br />
<br />
"Tango" hakkında çok fazla şey yazılıp çizilse de aslında tangonun serüvenini fark edebilen ve tamamlayabilen çok az kişi vardır. Kimi yolculuğun nereye gittiğini göremez, yarı yolda bırakır; kimi yolculuğun ne verdiğini göremez; bir tango kadını, bir tango erkeği olamadan sadece orada bulunur ve geçer gider. Oysa "o", bizlere başlı başına hayatı yeniden keşfedip, yeniden yaratabileceğimiz bir fırsat sunar. <br />
<br />
Bir keşif yolculuğudur Tango. Önce öğrendiğimiz tüm kalıpların, üzerimize yapışan etiketlerin, doğruların, o birlikteliklerin içinde bizi nerede tuttuğunu keşfederiz; tıpkı toplumdaki öğrenilmişliklerimizin bizi nasıl kısıtladığını ve istemediğimiz yaşamlar yarattığını fark etmek ve o noktalara dokunmak gibidir. Tek tek bu etiketleri kaldırmayı, özgürleşmeyi ve kendi rengimizi, gerçeğimizi ve doğamızı yeniden keşfetmeyi öğreniriz. İlk defa gerçek benliğimizi hisseder, bunu dışarıdakilerle olduğu gibi paylaşmanın şaşkınlığını yaşarız. <br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPqVQ06QvBXu1-mBDi14it-Pae6aEjS9leZQ_zrNjNnRn4iEFpqBwEau2J2WnRAQxPFklM3EJ0EBtOmzImxrWbSSz35n88vFDQd5GAYiW-Me2oP-8q0eTow6fef-848AZd5exOn-dHpMLV/s1600/tangooo.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPqVQ06QvBXu1-mBDi14it-Pae6aEjS9leZQ_zrNjNnRn4iEFpqBwEau2J2WnRAQxPFklM3EJ0EBtOmzImxrWbSSz35n88vFDQd5GAYiW-Me2oP-8q0eTow6fef-848AZd5exOn-dHpMLV/s400/tangooo.jpg" width="282" wt="true" /></a></div>Kadınlar gerçek dişiliklerine tüm beklentilerden uzak, özgürce dokunur. Kadın olarak teslimiyeti öğrenirken, teslim olduğu alanda kendi olarak var olmayı da öğrenir. Erkekler, kadının sorumluluğunu almayı, gücünü korumayı, karar verirken kadının duygularına ve varlığına hitap edebilecek tüm varoluşla ilgili uyumlu kararlar vermeyi keşfeder. Gerçek gücünü keşfeder. Kendi keşfine, bir başkasının bedenini, duygularını keşfetme, tanıma ve empati eşlik eder. Öyle ki kendini keşfeden insan, karşısındakini keşfettiğinde iki farklı rengin tek bir renk gibi uyum ve estetik içinde bulunmasını ve bundan haz almayı, saygı duymayı öğrenir. Birken, iki kişi için en doğru zamanı ve akışı yakalamayı öğrenir. Ve tüm keşfini bütünün içinde, bütüne uyumlu bir biçimde sunmayı öğrenir. <br />
<br />
Bir farkındalıktır tango. Burada size detaylarını henüz anlatmayacağım, ama hep aradığımız dış dünya ile iç dünyanın farkındalığını yakalama ve dengelemedir. Zamanı kullanmayı, zamana direnmeden ne gereğinden hızlı, ne gereğinden yavaş, zamanla akmayı deneyimletir. Gerçek renginizi keşfetme ve dengeleme, özgürleşme yolculuğudur. Yaşamı yeniden keşfedip, en asil şekliyle en yüksek bilgelikle yeniden uyum içinde var olmayı öğrenebileceğimiz bir oluştur. Ezberlerden uzak, her "an" yeniden yaratmayı ve en güzeli yeniden seçebilmenin öğretmenidir. <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidispXyS5nSZKltJzRJbV6_nfBQWD-V-47GFFrYdfjGdRH2UXzocvTjSoJzucIuvVvey8epS3g-7Hg8qOOrcnhuRABAH6A8xtTyLfitdHYE9tgMS8taFL3BfPhnwm1Lb8MjIRH_6vz0rc8/s1600/tango_argentino_ii_print_c12736511%5B1%5D.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; cssfloat: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidispXyS5nSZKltJzRJbV6_nfBQWD-V-47GFFrYdfjGdRH2UXzocvTjSoJzucIuvVvey8epS3g-7Hg8qOOrcnhuRABAH6A8xtTyLfitdHYE9tgMS8taFL3BfPhnwm1Lb8MjIRH_6vz0rc8/s200/tango_argentino_ii_print_c12736511%5B1%5D.jpg" width="149" wt="true" /></a></div> <br />
Zen dünyası ile modern dünya arasında kurulan bir köprüde “tango insanı”, iki dünyanın da ustası olmayı öğrenir. Yolculuğun sonunda ne mi var? Düşleyebileceğinizden veya fark edebileceğinizden çok daha derin bir yaşamın anahtarı var. Yaşamda kaybolduğunuz yerde tüm kilitleri açabilmenin anahtarlarının gizlendiği bir sır perdesi aslında tango... Özgürleşmenin, değişmenin, farkındanlığın, bilgeliğin ve birçok sırrın... <br />
<br />
Çok yakında bu yolculuğun en derin gizemlerini ve anahtarlarını sizlerle paylaşacağız. <br />
<br />
<strong>Uzm. Dr. Seda Ülgen</strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-55159340239042823542010-04-06T11:11:00.000-07:002010-04-16T04:56:23.016-07:00Sevgi Ne Değildir?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBZCSQDBNpPfUxKRBm1TrQ2HNi71wU8lSpKxl7zGfcd4To-ptVHi-23TQ0dN8adqFzJIbcI4o-H7jMSW2SCUGs-HC4fDBYNE9UVdUuKr9bxxqw6y9_iNh_VglNrYDfNx_ehzBGJljAIWDj/s1600/devotion_new.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" nt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBZCSQDBNpPfUxKRBm1TrQ2HNi71wU8lSpKxl7zGfcd4To-ptVHi-23TQ0dN8adqFzJIbcI4o-H7jMSW2SCUGs-HC4fDBYNE9UVdUuKr9bxxqw6y9_iNh_VglNrYDfNx_ehzBGJljAIWDj/s400/devotion_new.jpg" width="337" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">"Seni çok seviyorum." Belki çok önemli olmayan bir anda, belki defalarca provasını yapıp, belki çok sıradan bir tonla, belki bir defa belki binlerce defa bu cümleyi eminim kurmuşsunuzdur. Tam o anda karşınızdakine neden bu cümleyi kurdunuz ve tam o anda ne hissettiniz? Eminim hepsinde birbirinden az da olsa farklı duygular vardı ama aynı cümleyi kurdunuz. İşte bu yazı çok uzun zamandır düşündüğüm, bir türlü yazamadığım bir konu üzerine. Baştan söylemeliyim, bu yazı "sevgi nedir?"in cevaplarının arandığı bir yazı degil, zira sevginin ne olduğunu ben de bilmiyorum. </div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">Sevginin ne olduğu üzerine birçok yazı okudum başlamadan önce, çoğunda ünlü tasavvuf şairlerinden, ünlü yazarlardan alıntılar ya da hikayeler vardı. Alıntıların bir noktadan sonra anlamından kaybettiğini bildiğim için bu yazıda sevgi üzerine bol yıldızlı ve şaşalı alıntılar da olmayacak. </div><br />
Basit bir teori; yeni doğan bir çocuk düşünün, sevgi kavramını ilk kimden öğrenir? Anneden. Bu illa onu dünyaya getiren kadın olmak zorunda değil tabi, anneanne ya da onu yetiştiren herhangi başka bir kadın da 'annedir'. Sevgi kavramını anneden öğrendiğimiz için annemizi hangi sıfatlarla tanımlıyorsak sevgi kavramının içine bu kavramları koyarız. <br />
<br />
Bir dakika durup yazının devamını okumadan önce "Anneniz sizin gözünüzde nasıl bir kadındı?" sorusunu düşünmenizi istiyorum. Bu soru bana sorulduğunda ilk aklıma gelen 'fedakar ve şefkatli' olmuştu. Çoğumuzun annesi de eminim bu "olumlu" sıfatlara sahiptir. Hep denir ya "Türk kadını fedakardır" diye ve dilimizde olumlu bir sıfattır fedakarlık. Ancak işin aslı pek de böyle değildir ki birazdan bunun sebeplerini açıklayacağım. Ona gelmeden önce bir soru daha; sevdiğiniz insanlara sevginizi nasıl gösterdiğinizi düşünmenizi istiyorum. Kendimden yola çıkarsam -ki kendimden öteye de gidemeyeceğimin farkındayım- sevdiğim insanlara karşı hep fedakar olmuşumdur. Annemi tanımlarken kullandığım ilk sıfata bakın: fedakar. Bu tesadüf değil elbette. Peki fedakarlık neden olumlu bir sıfat değildir? <br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Fedakarlık kısaca kendin için bir şeyden vazgeçip karşındaki insandan kar beklemeye yönelik bir duygudur. Ben şu kişi için şundan vazgeçiyorum -ki bu kendi yaratıcılığını, var oluş biçimini çiğneyip geçse bile- ancak karşılığında ondan şunu bekliyorum demenin bir başka adıdır fedakarlık. Yani tamamen ticaret. Üstelik karşınızdaki insandan "kar" alabileceğiniz meçhul ki ben ne kendimde ne de yakın çevremde bu "kar"ı alabilmiş olanı görmedim. Peki bu karı alamadığımızda ne olur? Yaptığım okumaların çoğunda rastladığım duygular şunlardı; hayal kırıklığı, pişmanlık, öfke... Bakın başta ne kadar masum görünen bir duygu, sonrasında nelere sebep oluyor. Hayal kırıklığı, pişmanlık, öfke... Bu yüzden sevdiğiniz insanlar için lütfen fedakarlık yapmayın. Örneğin karşınızdaki kişi sizden bir bardak su istedi. O an içinizden ben bu suyu vermekle fedakarlık yapıyorum duygusu geçiyorsa, lütfen o suyu vermeyin. Ötesinde hep şunu düşünün; fedakarlık ucunda kar beklentisiyle yapılır. Sevdiğiniz insanlarla aranıza kar gibi ticari bir ilişki sokmak ister miydiniz? <br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEha3iwJV7QDS8xsuber6crYtPwx7OfyZu5H_XYM0oxEgRTyitKgJK3A5JgkGQdUrAdQvEIO8TAusZ29xiAC3fEZ1pi4F4CKWxJzpUt_mdKqspS1l32MO4XO_7HKb6bpSi-yMwavPoDZPe0M/s1600/conditional+love.gif" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" nt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEha3iwJV7QDS8xsuber6crYtPwx7OfyZu5H_XYM0oxEgRTyitKgJK3A5JgkGQdUrAdQvEIO8TAusZ29xiAC3fEZ1pi4F4CKWxJzpUt_mdKqspS1l32MO4XO_7HKb6bpSi-yMwavPoDZPe0M/s320/conditional+love.gif" width="218" /></a></div>Şunu unutmamak gerekir, 'Sevgi' duygusu daima yanında başka duygularla gelir. Ve bu diğer duyguları sevgiden ayırmakta çoğunlukla zorluk çekeriz. Sevgiyle beraber tanımladığımız duyguları bir kenara ayırabildiğimizde sevginin ne olduğuna doğru yolculuk başlar. Sevdiğim insanlara karşı şefkatli oluşum aslında bana sevgi kodunun getirdiği bir duygudur. Annemi tanımlarken kullandığım ikinci sıfat 'şefkatli'. Peki bundaki sorun ne? Sorun sevgiyi şefkatten ayırabilmekte, eğer ayıramazsak sadece şefkat duyduğumuz birisini sevdiğimizi hatta bir adım ötesine geçersem aşık olduğumuzu bile düşünebiliriz. Oysa o kişiye sadece şefkat duyuyoruzdur. <br />
<br />
<br />
Çevremde çok sık rastladığım başka bir sevgi ifadesi yemek ya da giyim ihtiyacını karşılamaktan geçiyor. Yani karşımızdakinin fiziksel ihtiyacını karşılamayı sevgi zannediyoruz. Başta bahsettiğim yeni doğan çocuğa geri dönelim. Yeni doğan bir çocuğun fiziksel ihtiyaçlarını kim karşılar? Tabi ki annesi. Bakın anneden aldığımız kod yani fiziksel ihtiyaç karşılama kodu yıllar sonra önümüze sevgi kodu olarak geliyor. Çevrenizde çok görürsünüz sevgililer kavga ederken genelde kadınlar erkeklerin onları anlamadığından şikayet ederken, erkeklerin cevabı hep karşısındaki kadının fiziksel ihtiyaçlarını karşıladığı (bunun içine giyim, yemek her şey girer) hala da sevgisini anlatamadığı üzerinedir. <br />
<br />
Sevgi ne fedakarlık, ne şefkat ne fiziksel ihtiyaç karşılamadır. Bunlar sadece annemizden öğrendiğimiz ve çoğunlukla hayatımızı aksatan kodlardır. <br />
<br />
Sevgi ne mi? Başta söyledim, cevabını ben de bilmiyorum ancak fedakarlık, şefkat ya da fiziksel ihtiyaç karşılama olmadığına eminim.<br />
<br />
<strong>Doğuş Şengül</strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-13140773531091966972010-04-02T07:54:00.000-07:002010-04-16T04:56:02.243-07:00Bilinçdışı Kayıtlarımız ve "Sarkaç"<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg-cZWLLp_cxtiHGBfttRLpQFxwa9FnE9tQ5YTOduJkP5O84EXUFW1VAsh2k52lSd_nQ-86mHk4WQaDk5u4GHrShlGDyIJPpzjwmXbZgmxrUnL0r_51cGW0iO1ekzQ3d9On36r6a1WKfAoG/s1600/pendulum.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="256" nt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg-cZWLLp_cxtiHGBfttRLpQFxwa9FnE9tQ5YTOduJkP5O84EXUFW1VAsh2k52lSd_nQ-86mHk4WQaDk5u4GHrShlGDyIJPpzjwmXbZgmxrUnL0r_51cGW0iO1ekzQ3d9On36r6a1WKfAoG/s320/pendulum.jpg" width="320" /></a></div>Doğduğumuz anda beyaz ve boş bir sayfayla başlarız hayata. Zaman geçtikce hayatı deneyimleriz; gözlemleriz, tadarız, koklarız, duyarız ve bu kayıtları unuttuğumuzu zannederiz. Oysa bizim hiç düşünmediğimiz anlar orada, bilinçdışının sularında sisler içinde yüzer, derinlere batıp kaybolmaz. Şunu unutmamak gerekir, eğer yaşadığımız bir anın duygusu varsa, mutlaka bilinçdışında kaydı da vardır. <br />
<br />
Bu noktaya kadar her şey yolunda. Peki bizim isteğimiz dışında tuttuğumuz kayıtlar ne işe yarar? En temelde bu kayıtlar hayatta kalmamızı kolaylaştırmaya çalışır. Varlığımızı koruyan bir sistemdir bu kayıtlar. Eğer hayatımızı gerçekten kolaylaştırıyorsa sorun yok. Peki ya hayatımızı zorlaştırıyorsa? Kendimizi bir sarkaç olarak düşünelim, tam orta noktadayken dengedeyizdir; ancak bu yanlış kayıtlar sarkacı dengeden çıkarır ve bazen sağa bazen sola kaymasına neden olur. Ve çoğunlukla bu durumun farkında olmayız. <br />
<br />
<a href="http://aquayasam.blogspot.com/2010/01/bir-duyguyu-makyajlamak.html">Bir önceki yazımda</a> ‘duygu’dan yola çıkıp duyguların hayatımızı nasıl etkilediğinden bahsetmiştim. Bu yazıda bunu biraz daha genişletip içine ‘Düşünce’ ve ‘Madde’yi de koyacağım. Temel şablon içten dışa şu şekilde ilerler: Düşünce, Duygu ve Madde. Madde her şeyi çevreler, örter. Biraz önce bahsettiğim sarkacın sağında ya da solunda durduğumuzda bunu ilk 'maddede' deneyimleriz. Maddeden sadece etrafımızı çevreleyen cisimleri anlamak doğru değil, buna davranışlarımızı da ekleyebiliriz. <br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Örneklerle bu bilgileri açıklamaya çalışayım. Bir hipnoz seansı sırasında, bir maddeye karşı duyduğum aşırı ilginin önce duygusunu sonra da düşüncesini keşfettim. Bu seansta birden babamla karşılıklı keşkül yerken gördüm kendimi. <strong>Bu anı, o zamana kadar tamamen unuttuğumu sandığım bir anıydı ama ORADAYDI.</strong> Biraz zihnimi kurcaladım ve şunları hatırladım. Belki 4, belki 5 yaşındayken babamla hafta sonları dışarı çıkardık. Ve hep aynı pastaneye gidip karşılıklı keşkül yerdik. Genellikle annem dışarda yenilen şeylere karşı çıkar ve beni uzak tutmaya çalışırdı. Bu yüzden babam benden bir söz isterdi. Anneme keşkül yediğimizi söylememe sözü. Bu satırları yazarken gülümsüyorum çünkü bir gün 'keşkül yemek' üzerine bir yazı yazacağımı hiç tahmin etmezdim. Bu 'maddenin' yani keşkülün altındaki duygu değerlilik duygusuydu. 4 yaşında bir çocuk sadece onun ve babasının bildiği bir anı paylaşıyordu. Söz verilmişti, bu anı başka kimse bilmeyecekti. İşte tam bu noktada keşkül artık sıradan bir tatlı olmaktan çıkıyor ve bir sembole dönüşüyordu. 'Değerlilik' duygusunun sembolüne... <br />
<br />
Peki düşüncesi neydi bu anın? Bir sırrı paylaşıyorsan değerlisin, sevilensin. Bu tarz tatlıların kimyasal etkilerini de işin içine katarsak istisnasız özel hayatımda yaşadığım tüm olumsuz zamanlarda bazen 4, bazen 5 porsiyon keşkül ya da benzeri bir tatlı yememin sebebini açıklamam zor olmaz. Tekrar sevilen ve değerli hale dönebilmek için… İşte benim hatalı kodlamam burdaydı. <strong>Değerlilik duygusu bir anda ya da dışarıdaki birisinde saklı değildi. Bu duygu benim içimde ve sürekliydi.</strong> Bunu fark etmek cok uzun zamanımı aldı. Düşünün, kilo problemi olan bir adam değilim ancak obezite seviyesinde kilo problemim olabilirdi ve o zaman doktorum bana böyle bir tatlıyı yasaklasa dahi ben bu yasağa ne ölçüde uyabilirdim? Bilinçdışı daima bilinçten daha güçlüdür ve hayatımıza etkisi daha fazladır, bunu hiçbir zaman unutmamak gerekir. <br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div>Bir hocam bana şu anısını anlatmıştı: 'Ne zaman kendimi mutsuz ve huzursuz hissetsem acılı çiğ köfte yiyorum ve sonradan fark ettim ki (ailesinde küçükken hep bir araya gelinip çiğ köfte yapılır ve hep beraber yenirmiş) çiğ köfte yediğim zaman çocukluğumdaki o ana geri dönüyorum' demişti. Bu verdiğim ikinci örnek, ilk verdigim örnekle neredeyse aynı aslında; tek farkla, keşkül gitti yerine çiğ köfte geldi. Ancak sorun şurda; bahsettiğim hocamın reflü ve mide problemi vardı ve yediği acılı çiğ köfte sağlığını olumsuz etkiliyordu. <br />
<br />
Şu ana kadar bir maddeye karşı aşırı ilginin örneklerini verdim, peki sarkaç tam ters yöne doğru giderse ne yapıyoruz? Kendimizi kısıtlıyoruz ve hatta çoğu zaman farkında bile olmadan kendimize yasaklar koyuyoruz. <br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgT8Pm_3a269lYL1VPDyvdBEg1VCL8IJiM92h-5bIaiPpjS50oJjW5AMh7E4_nUTZqhLHOSQM63AdMZZdo9ulVo5AA8939sOH_g9ifgWoIjXUKkMF-SS1ftbAXSMGxAAZ4nECseV002QfCS/s1600/hero+journey.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" nt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgT8Pm_3a269lYL1VPDyvdBEg1VCL8IJiM92h-5bIaiPpjS50oJjW5AMh7E4_nUTZqhLHOSQM63AdMZZdo9ulVo5AA8939sOH_g9ifgWoIjXUKkMF-SS1ftbAXSMGxAAZ4nECseV002QfCS/s200/hero+journey.jpg" width="155" /></a></div>Varlıklı bir ailenin tek çocuğu olan bir arkadaşım ilkokula başladığı yıl, farklı renklerde defterlerden sayfaları keserek birleştiriyor ve yeni defterler yapıyormuş. Yaptığı bu defterleri de arkadaşlarına satıyormuş. Durumu gören öğretmen, babasını çağırıp olanları anlatmış. O gün babası çocuğuna kızıp herhangi bir şey satmasını yasaklamış. Arkadaşım bana bu anısını anlattığında ona şunu sordum: ‘O an baban sana kızdığında ne hissetin?’ dedim. ’Yanlış yaptığım için suçlu hissettim’ cevabını verdi. Sonra vereceği cevabı tahmin ederek ona şunu sordum: ‘O günden sonra herhangi bir şekilde bir şey sattın mı?' Cevabı 'Hayır'dı. Kısacası öğretmen şikayet ettiği için baba yasak koymuştu ve çocuk babasının istediği gibi o günden sonra bir şey satmaya calışmamıştı; ancak baba istemeden de olsa çocukta <strong>SUÇLULUK</strong> duygusu bırakmıştı. Bir şeye yasak koymak en kolay ve en işe yaramayan ‘çözümdür' ve malesef ebeveynler çocuklarını yetiştirirken yasak koymayı, yaratıcı çözümler bulmaya her zaman tercih ederler. <br />
<br />
Yazımı bitirirken şunu düşünmenizi rica ediyorum: Sizi yetiştirirken ebeveynleriniz, ya da dışarıdaki herhangi biri size neyi yasakladı ve siz bu yasağı yıllarca hiç bozmadınız, hatta bir an olsun o yasağın nedenini ya da kendi içinde mantığını düşünmediniz? Bunu bulduktan sonra ikinci ve üçüncü adımı biliyorsunuz… Sizde kalan duygu ve o yasağın sizde bıraktığı duşünce neydi? <br />
<br />
<strong>Doğuş Şengül</strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-4391303721221336322010-02-19T01:13:00.000-08:002010-04-02T12:43:02.142-07:00<strong><em><span style="color: magenta; font-size: large;">"Gıda seçerken doğal, katkı maddesiz ve sağlıklı olmasına özen gösteriyorsun. Artık bunu düşünme! Tek yapman gereken gıdayla ilgili farkındalık geliştirmek; bunu başardığında artık gıdaları besin değerlerine göre seçmek zorunda kalmayacaksın. </span></em></strong><br />
<br />
<strong><em><span style="color: magenta; font-size: large;">Kendi kendini sabote ediyor olman biraz da uyulması gereken değişmez kurallar olduğuna inanmandan kaynaklanmakta. Seni gerçekten besleyen ve canlı tutan tek gıda kendi iç ışığından ve özgürlüğünden gelmektedir. </span></em></strong><br />
<a name='more'></a><br />
<br />
<strong><em><span style="color: magenta; font-size: large;">Açlık ve öfkenin olmadığı, ihtiyaçtan değil de yalnızca güzellik için yaşayan bir insanlık düşündün mü hiç? Açlıktan ölen çocukların, savaşların, hastalıkların ve yoksulluğun olmadığı bir dünya? Kendi bilinçli uyanışına ve ahenge adanmış bir dünya? Yeni fikirlere açık, farklı olma cüretine sahip, biteviyeliğin ve vasatlığın üzerine yükselen bir dünya? Gençlik ve bedensel ölümsüzlüğün normal ve doğal sayıldığı, canlılığını Işık’tan alan bir dünya? İşte böyle bir dünyanın temelini ancak sen atabilirsin!"</span></em></strong><br />
<strong><em></em></strong><br />
<br />
<strong>(Tanrılar Okulu, Stefano E. D'Anna)</strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-41788458028458588132010-02-08T05:02:00.000-08:002010-04-16T04:56:49.943-07:00"Modern Çağda AŞK" Semineri<div style="text-align: center;"><span style="font-size: x-large;"><strong><em>TEK Mİ, ÇİFT Mİ?</em></strong></span></div><br />
<span style="font-size: large;">Aşık olmak ve ilişkiye aşkla devam etmek en büyük arzumuz. “Tek” olmak ise büyük özgürlük... Ama özgür olmanın bedeli yalnızlık mı? Psikoterapist ve Aile Hekimi Uzmanı Dr. Seda Ülgen ve Erhan Altunay, sizleri Aşk’a uyanmaya davet ediyor. Gelin soruları hep birlikte yanıtlayalım ve modern çağa inat, duygularımızı özgürce yaşamanın yollarını araştıralım.</span><br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-PLEGkug0kR2wXg6veU8j_b2dTcgtKMknoT4JKBDRTkwhS-hjm7xgP_6QafiEGoXqp_QWJw_Hq_ZjdkfwfyZOehDvaf3X8HTmCPF7UmyTxyDmhYXz0xWcPyomnfRPPV0OtbTxWiGfokgb/s1600-h/_Anima-Animus.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" kt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-PLEGkug0kR2wXg6veU8j_b2dTcgtKMknoT4JKBDRTkwhS-hjm7xgP_6QafiEGoXqp_QWJw_Hq_ZjdkfwfyZOehDvaf3X8HTmCPF7UmyTxyDmhYXz0xWcPyomnfRPPV0OtbTxWiGfokgb/s320/_Anima-Animus.jpg" /></a></div><br />
<br />
<span style="font-size: large;">• Aşkı hayatımıza neden çekemiyoruz?</span><br />
<span style="font-size: large;">• İlişkilerimiz nasıl amansız bir güç savaşı haline geldi? İlişkinin kumandası kimin elinde?</span><br />
<span style="font-size: large;">• Kadın ve erkek doğasını, özünü ne zaman unuttu? Nasıl yeniden hatırlayacak?</span><br />
<span style="font-size: large;">• Aile olmak; bireyselliği, özgürlüğü öldürür mü? Evlenmek, aşktan vazgeçmek midir?</span><br />
<span style="font-size: large;">• İlişkiyi canlı tutmak için neler yapabiliriz?</span><br />
<span style="font-size: large;">• Ayrılık acısından sonra, yola yeniden nasıl çıkacağız?</span><br />
<span style="font-size: large;">• Aşkı aramaktan vazgeçip, güven ilişkisiyle mi yetinmeliyiz?</span><br />
<span style="font-size: large;">• Aşk maskesi takmış farklı duygularımızı nasıl ayırt edeceğiz?</span><br />
<a name='more'></a><br />
<br />
<em></em><br />
<strong>Tarih:</strong> 13 Şubat Cumartesi, saat 14.00<br />
<strong>Kayıt ve detaylı bilgi için Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi:</strong> 0530 516 12 00<br />
<a href="mailto:aqua@aquayasam.com"><strong>aqua@aquayasam.com</strong></a>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-14566385800418203582010-02-01T03:42:00.000-08:002010-02-08T05:04:00.277-08:00Bir Fincan Çayla Meditasyon<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhG6lNxjozSW5Xd4kCWtpiNZbYZlXE5FLR3MvQeqKfB9eABQ6szUxmNQURhDLJ-bBpTN8FEuWKCMa8StIWYEJBB9bHtQUbZbjp0rK4CiechZ5P4AN4jSXduOQlrusWjGGyf59Wi0v6M-KIa/s1600-h/deep-breath2.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" kt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhG6lNxjozSW5Xd4kCWtpiNZbYZlXE5FLR3MvQeqKfB9eABQ6szUxmNQURhDLJ-bBpTN8FEuWKCMa8StIWYEJBB9bHtQUbZbjp0rK4CiechZ5P4AN4jSXduOQlrusWjGGyf59Wi0v6M-KIa/s200/deep-breath2.jpg" width="141" /></a></div><span style="background-color: #eeeeee;"><span style="font-size: large;">Meditasyon</span>, gül tomurcuğu gibi kendine kıvrılıp içe dönmenin, beden-zihin-ruh bütünlüğünü sağlamanın, yüksek benliğimizle iletişim kurmanın ve daha dengeli bir yaşam için birçok ipucunu bulmanın en harika yollarından biri. Ancak, çoğu insan günlük hayatın özellikle zamanla ilgili sınırlandırmaları nedeniyle meditasyonu günlük bir alışkanlık olarak hayatına dahil etmekte zorlanıyor. Düşüncelerden sıyrılıp, hiçbir şey yapmadan sessizliğimizle başbaşa kalmak çok büyük bir ihtiyaç olduğu halde, çoğumuzun da zorlandığı bir ritüel olarak hep erteleniyor. Aslında meditasyon için her zaman bağdaş kurup oturmamız bile şart değil.</span><br />
<span style="background-color: #eeeeee;"><br />
</span><br />
<span style="background-color: #eeeeee;">Aşağıda <strong>Camille Maurine ve Lorin Roche</strong> (Ph. D.) tarafından kaleme alınmış <strong><em>Meditation 24/7 “Practices to Enlighten Every Moment of the Day”</em></strong> adlı kitaptan Türkçe’ye çevirerek alıntıladığımız basit bir meditasyon var. Bu meditasyonla her sabah güne daha olumlu başlayıp; yaşamın tadını, kokusunu kendimize hatırlatıp, önümüzdeki saatleri çok daha keyifli geçirmeyi sağlayabiliriz.</span><br />
<a name='more'></a><br />
<br />
<div style="text-align: center;"><strong><span style="font-size: large;"><em>Yaşamın bardağını doldurun</em></span></strong></div><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjw46qSrw-xkgy1AeM9JNUn8fYw546kDgaz4gx_Kc5EZXpQ8YcO7WH7PJx5ZVt_eT1s-yNRTx2VHvBHckpr48YFZ2Xz7ijB0O2LhTOuawGht-s67I9FZZt7GqLChS9tFLf4UpwOnMx8dPgp/s1600-h/enjoy-a-cup-of-tea-af.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" kt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjw46qSrw-xkgy1AeM9JNUn8fYw546kDgaz4gx_Kc5EZXpQ8YcO7WH7PJx5ZVt_eT1s-yNRTx2VHvBHckpr48YFZ2Xz7ijB0O2LhTOuawGht-s67I9FZZt7GqLChS9tFLf4UpwOnMx8dPgp/s320/enjoy-a-cup-of-tea-af.jpg" /></a></div><br />
<strong>Açıklama:</strong> Bu meditasyonda, her sabah içtiğiniz çay ya da kahvenizin, bir yaşam iksiri olduğunu varsayın. Her yudumda, yaşamın iyilik pınarından besin ve güç aldığınız için teşekkür edin. Biz farkında olsak da olmasak da doğanın güçleri bizi her zaman besleyip destekler. Bu meditasyonla bilinçli olarak doğanın sizi beslemesine “evet” deyin ve “almak” için kendinize izin verin. <br />
<br />
Günün başlangıcı, farkındalığı artırmak için harika bir zamandır. Uyanıp, banyodaki ihtiyaçlarınızı giderdikten sonra en sevdiğiniz fincanla çayınızı, kahvenizi, meyve suyunuzu, suyunuzu ya da hangi içeceği sabahları içmeyi seviyorsanız onu alıp bir sandalyeye ya da kanepeye oturun. Nefis, tazeleyici bir içecek, yalnızca duyular açısından bir tatmin değil, aynı zamanda hayat pınarını içimize almanın da bir sembolüdür. Su olmadan hiçbirimiz hayatta olmazdık. İçeceğinizin kokusu, lezzeti ya da ılıklığının tadını çıkarırken, tüm duyularınızı zevk’e açın. Ve aynı zamanda her yudumda varlığınız için duyduğunuz şükranı hatırlayın.<br />
<br />
Tıpkı bir ağacın günışığını ya da yağmuru emmesi gibi, yaşam pınarını içmeye kendinizi açın. Bu yalnızca bir kavram olarak değil, fiziken hissedebileceğiniz bir etki olarak da size fayda sunacaktır. Bilinçli gevşeme ile damarlar genişler, beyin yeni bağlantılar kurar ve algılar yükselir. Kendinizi huzurlu, kaynakla ve yaşamın güçleriyle bağlantıda hissedersiniz.<br />
<br />
Çevremizle sürekli bir alışveriş içindeyiz ve en temel alışverişimiz dakikada 16, günde 20 bin defadan fazla yaptığımız ve adına nefes dediğimiz eylemle gerçekleşir. Bilinçli nefes müthiş bir coşkudur; ancak çoğu zaman bir sorun olmadıkça, nefes aldığımızın farkına bile varmayız. Aldığımız her nefesle bitkilerin soluduğu oksijeni içimize çekeriz; verdiğimiz her nefesle de bitkilerin besin olarak kullanacağı karbon dioksit’i iade ederiz. Her nefes, fincanınızı havanın yaşam veren iksiriyle doldurur. Bu yaşamsal dayanışma, kendi başına bir aydınlanmadır.<br />
<br />
Kendimizi, almanın, kabul etmenin zengin deneyimine bırakınca, önümüzde yepyeni bir dünya açılır. <br />
<br />
<div style="text-align: center;"><strong><span style="font-size: large;"><em>Bu meditasyonu nasıl yapacağız?</em></span></strong> </div><div style="text-align: center;"> </div><div style="text-align: left;"><strong>Zaman:</strong> Sabah içeceğinizi içerken. </div><div style="text-align: left;"></div><div style="text-align: left;"><strong>Yer:</strong> Güven, huzur, ilham veren, rahat bir nokta. Mümkünse ağaçları gören bir yer.</div><div style="text-align: left;"><strong>Pozisyon:</strong> Gevşemek için uygun bir oturuş biçimi. Ayaklarınız yere basabilir ya da kıvırabilirsiniz.</div><div style="text-align: left;"><strong>Süre:</strong> 5-10 dakika</div><div style="text-align: left;"><br />
</div><div style="text-align: left;">Bu meditasyonda, her sabah içtiğiniz içeceğin keyfini, bir parça ekstra farkındalıkla çıkarın.</div><br />
Fincanınızı rahat bir şekilde tutun. Şeklini ve ağırlığını; ısısını fark edin.Fincanı yüzünüze yaklaştırın. Kokusunu bikaç nefeste içinize çekin. Yalnızca kokunun bile besleyici ve uyandırıcı olduğunu bilin. Eğer sıcak bir şey içiyorsanız, buharını içinize çektiğinizi hissedebilirsiniz.<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPyMyJyMiQsXzH7LuwDL2cyxua7ycmLgLbcAGywEmz4QNYErD_jMfw-FcIK6IHcsjaOOVW8p9JhyphenhyphenJSmtxREKZLPv8LfYapxIdhCFdJsGyfw37NKGl4_SUVf3Dj6Nz2p8J7IYvqLAd8d9AK/s1600-h/youre_my_cup_of_tea_card-.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" kt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPyMyJyMiQsXzH7LuwDL2cyxua7ycmLgLbcAGywEmz4QNYErD_jMfw-FcIK6IHcsjaOOVW8p9JhyphenhyphenJSmtxREKZLPv8LfYapxIdhCFdJsGyfw37NKGl4_SUVf3Dj6Nz2p8J7IYvqLAd8d9AK/s200/youre_my_cup_of_tea_card-.jpg" width="200" /></a></div>Tadını çıkararak birkaç yudum için. Aromasından ne kadar keyif alabildiğinizi görün. İçeceği ağzınızda bir saniye tutun. Yutmadan önce dilinizde biraz dolaşmasına izin verin. İçerken vücudunuzda ve kalbinizde meydana gelen şükran duygusunu fark edin.<br />
<br />
Kendinize biraz zaman verin. Yudumlayın, durun, sonra tekrar bir yudum alın. İçmeye devam ederken, “kabul etmenin” sembolizmini hissedin. Vücudunuza ve kalbinize yaşamsal unsurları kabul ediyorsunuz. <br />
<br />
Şimdi önünüzdeki günü düşünün. Bugün nasıl bir enerjiye ihtiyacınız var? Neyi tezahür ettirmek istiyorsunuz? Bir sözcük seçin; <strong>aşk, sevgi, huzur, uyum, güç, bilgelik, netlik, coşku ya da denge</strong> gibi... O süzcükle birlikte nefes alın. Sözcüğün özünü duyumsayın ve o öze, anlama yoğunlaşın. Fincanınızı ellerinizle kavrayın ve odaklandığınız sözcüğü yumuşakça söyleyin. Her yudumda kelimenin anlamını içinize aldığınızı hayal edin. Seçtiğiniz sözcüğün kendine ait fiziksel ve duygusal bir tonu vardır. Sözcüğün enerjisi vücudunuzda titreşmeye başlayacaktır.<br />
<br />
İçmeyi bitirince, fincanınızı elinizden bırakın ve doğallıkla nefes alın. İçme hissinin nefesinize gelmesine izin verin. Nefesi bir iksir gibi, yaşam veren nefis bir öz gibi çekin. Enerjinin tadını çıkararak keyifle nefes alın. Daha sonra nefes verirken sözcüğünüzü bir ya da iki kere fısıldayın.<br />
<br />
İsterseniz avuç içleriniz yukarı bakacak şekilde ellerinizi açın. Bu; almanın, kabul etmenin hareketidir. Siz gün içinde ihtiyacınız olan enerjiyi yaşamdan alıyorsunuz.<br />
<br />
Vücudunuz bu özle dolarken, tüm duygulara teslim olun. Bırakın tüm hücreleriniz bu özle dolsun. Arzunuzun kanınızda ve nefesinizde dolaşıp durduğunu hayal edin. Bırakın, bedeniniz yaşam enerjisiyle, kalbiniz sevgiyle dolsun.<br />
<br />
Gün içinde ne zaman bir şey içerseniz, ne zaman nefes aldığınızı hatırlayıp fark ederseniz, bilin ki yaşamın cömert güçlerinden besleniyorsunuz.<br />
<br />
Şimdi kahvaltınızın ve günün tadını çıkarabilirsiniz.<br />
<br />
<strong>(Meditation 24/7 “Practices to Enlighten Every Moment of the Day” adlı kitaptan alıntılanarak çevrilmiştir.)</strong><br />
<br />
<strong>Selvin Canbeyli Arıhan</strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-65301724395475681572010-01-31T23:44:00.000-08:002010-02-02T03:25:46.942-08:00Zordur Kadın Olmak<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXPOJOxXfoAp-XkI_MzHi7_a9NkJUANqwBiSw6tXXsADC-Zhz8LRLCUqL2FI0vxXQsO9eQ78c6LDawOdoOxgSEEOs7lX9zzehAiYy-At0Qr2AyQ2f7lIkeiCWdNPEDZW6bMKDBGq1jqF23/s1600-h/female_worker.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" kt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXPOJOxXfoAp-XkI_MzHi7_a9NkJUANqwBiSw6tXXsADC-Zhz8LRLCUqL2FI0vxXQsO9eQ78c6LDawOdoOxgSEEOs7lX9zzehAiYy-At0Qr2AyQ2f7lIkeiCWdNPEDZW6bMKDBGq1jqF23/s400/female_worker.jpg" width="266" /></a></div><div style="text-align: left;">Kadın olmak... hele de bu çağda, bu ülkede… Söylerken bile bazen zorlanıyor insan. Kim olacağını bilemeyen; yüzlerce yük, kimlik sırtında, beklentiler, öğretiler arasından kendine yol açmaya çalışan kadınlarsanız hele... Anne mi? Çalışan mı? Kırılgan mı? Güçlü mü? Hizmet mi etmeli, savaşmalı mı?</div><div style="text-align: left;"><br />
</div><div style="text-align: left;">Kadın olmak... Acaba eskiden daha mı kolaydı? Bilemiyorum ama şimdi daha zor eminim.</div><div style="text-align: left;">Hassas vücutlarına ağır zırhlarını giyen, gözyaşlarını, yumuşak duygularını yok etmeye çalışan, taşıyamadıkları ağır zırhların bedenlerinde yaralar açtığını bilen kadınlar... İyileşemeyen ve her şeye rağmen gülümseyen…</div><div style="text-align: left;"><br />
</div><div style="text-align: left;">Bir erkeğe hizmet etmeli, yuvasını var etmek için fedakarlık yapmalı, ödün verenin hep o olması gerektiği ile başlayan öğretiler, en büyük ve temel bilgiyi de verir ona: ” Bir erkek olmadan hayatta asla güvende olduğunu öğrenemezsin”. Sonra da iş dünyasına yollarlar, tek başına erkeklere karşı savaş diye... Güvende olmadığını, güçsüz olduğunu yıllardır içinde bir yer itiraz etse de öğretilen kadınlar itiraz etmeden anlayamadıkları karmaşaya uymaya çalışırlar. Yıllarca üzerlerine değersizlik, zayıflık yüklenen kadınlar bir erkekle güvende, değerli olacaklarını sanırlar. </div><div style="text-align: left;"><a name='more'></a><br />
</div><div style="text-align: left;">Ancak onların kollarında kendilerini yapayalnız ve değersiz bulurlar. Nasıl bir paradokstur bu? Büyümemiş erkeklerin kollarında , kendi değerini keşfetmemiş, duygularını kendinden bile saklayan erkeklerin dünyasında kendilerine yer ararlar. Bulamadığı değerleri vermesini, sadece dünyanın kendine hizmet için olduğunu düşünen erkeklerden sevgiyi, anlaşılmayı beklerler. Kendinde olmayan bir şeyi bir başkası size nasıl verebilir ki? Kendini anlamayan, kendini koşullu seven, kendini beklentilere göre var etmiş biri sanal illüzyonlardan size nasıl gerçeklik yaratabilir ki ? Görmezler kadınlar, göremezler . Anlamazlar. Sevgi timsali olan kadınlar sevilip sevilmedikleri konusunda bile kendilerini bir erkeğin kollarında güvende hissetmezler. </div><div style="text-align: left;"><br />
</div><div style="text-align: left;">Sonunda bu karmaşanın içinden çıkamayan kadınların kafaları karışır ve güçsüzlüğü kabullenirler. Bir erkek olmadan mutlu olamayacaklarını, bir erkeğin verdiği ile mutlu olmayı, istememeyi, sevilmeden sevmeyi öğrenirler. Her gün terk edilme korkusuna karşılık ben daima buradayım demeyi... İçten içe bir şeylere ihanet ettiklerini, bir şeylerin yanlış gittiğini bilirler. Düzeltmek istediklerinde içlerindeki suçluluk duygusu ayaklanır, sevdiklerinin ağzından karşılarına gelir. Bir sorun varsa, erkek hata yapsa bile düzeltilemiyor, değiştirilemiyorsa kusurun sadece kadına ait olduğunu tekrar tekrar işitirler. Kendilerini seçtiklerinde ölümcül hata yapmış, toplumun reddettiği ortaçağdaki cadılar olmayı kabul etmişlerdir artık. Bu mudur aradıkları? Ne erkeklerle ne erkeksiz mutluluk hakkı olmayan kadınlar? Kabullenirler bir şeyleri. Çözüm olmadığından mı, karmaşayı anlamadığından mı?</div><div style="text-align: left;"><br />
</div><div style="text-align: left;">Kimisi aradığım özgürlük der, özgürlük için savaşır. Bilmez ki aslında savaşı kendisiyledir. İçinde yüzlerce kayıtlı öğretiye, yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot gibi tek aradığı gerçek kendidir, gerçektir, doğasını yeniden hatırlamaktır. Aradığı özgürlük tüm o yüklerin arasından yeniden kendini bulmaktır. Ama bu kadar karmaşada yel değirmenleri ile savaşmaya devam eder. Savaşır, kaç yüz yıl daha savaşacaktır ? Kimbilir… Bir gün durup neler oluyor diye bakana kadar savaşırlar. Elele yürüyüp hayata karşı savaşabilecekken; kendileriyle, erkeklerle, ilişkileriyle savaşırlar. Mücadele etmeleri gerekenin onlar olduğunu zannederler. Özgür olabilecekleri son yeri, doğalarındaki sevgiyi yaşayabilecekleri alanı kendi elleriyle yaşanmaz kılarlar. Savaşırlar, Don Kişot ve yel değirmenleri misali... yüzyıllardır sürer, daha kanlı hale gelir, ama hiç bitmez.</div><div style="text-align: left;"><br />
</div><div style="text-align: left;"><strong>Uzm. Dr. SEDA ÜLGEN</strong></div>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-84166549675828889602010-01-29T09:19:00.000-08:002010-01-29T09:19:49.418-08:00<strong><em><span style="color: magenta; font-size: x-large;">"... her güçlü fikir kesinlikle hayranlık uyandırıcıdır ve biz onu kullanmaya karar verene kadar kesinlikle yararsızdır!"</span></em></strong><br />
<strong><em><span style="color: magenta; font-size: large;">Richard Bach</span></em></strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-92004845041393912532010-01-29T02:50:00.000-08:002010-02-08T05:04:37.000-08:00Erkeğin Arayışı<div align="center" class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi88YiHf6RUWBbK6pskVz8r6YaPa1ZCmeVlQrvejqnLyEZVYxqnCLg80weFmv8BNIFzHF-x-vZKbO-jeRDzLBHQpXyYheF7KOZ1HNLM8pq8DzKYkKxybEa3OdehosN46KUBtOj6iBqi21Xb/s1600-h/holygrailwater.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="202" kt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi88YiHf6RUWBbK6pskVz8r6YaPa1ZCmeVlQrvejqnLyEZVYxqnCLg80weFmv8BNIFzHF-x-vZKbO-jeRDzLBHQpXyYheF7KOZ1HNLM8pq8DzKYkKxybEa3OdehosN46KUBtOj6iBqi21Xb/s400/holygrailwater.jpg" width="400" /></a></div><br />
Erkek de kadın da içgüdüsel olarak "birliktelik" eylemini gerçekleştirmek için hareket eder. Erkeğin arayışı her zaman Kutsal Kâse’nin arayışı ile sembolize edilmiştir. <strong>Kutsal Kâse (Holy Grail-Saint Graal)</strong> aslında dişilikle ilgili bir semboldür. <br />
<br />
Erkeğin bu evrensel birleşmesi, aslında Jung’un deyimiyle kendi içindeki kadınla birleşmesi ya da daha geniş açıdan bakarsak Evren’deki dişi ve erkek güçlerin bir birlikteliğidir. Erkek primer anima figürünü anneden aldığı için aslında bu birleşme, bir başka erkeğin, babanın, dişisi olan anneden koparak kendi dişisini bulma yönünde inisiyatik bir yolculuğudur aynı zamanda. Ancak bu anne etkisinden kurtulmak çok da kolay değildir. <br />
<a name='more'></a><br />
<br />
Anne etkisinin atılması mit ve efsanelerde değişik şekillerde karşımıza çıkar. Yukarıda belirttiğimiz Kutsal Kâse’nin aranması mitlerinde bu çok güzel gösterilmiştir. Bu temayı <strong>Johnson</strong> (<em>He, Erkek Psikolojisini Anlamak, 1992</em>), Perseval ve Kutsal Kâse efsaneleri üzerinden okur:<br />
<br />
<em>“Annesini bulmaya giden Parsifal, kendisi ayrıldıktan kısa süre sonra onun ölmüş olduğunu öğrenir. Kadıncağız, oğlunun ayrılığına dayanamamış ve üzüntü içinde göçüp gitmiştir. […] Doğal olarak, Parsifal annesinin ölümünden dolayı kendini suçlar ve pişmanlık duyar. Ama bu suçluluk ve pişmanlık genç adamın erkeksi gelişmesinin kaçınılmaz bir bölümüdür. Hiçbir oğul, şu ya da bu biçimde annesine ihanet etmeden erkekliğe ulaşamaz. Eğer onun gönlünü hoş tutmak için yanında kalacak olursa, yaşamı boyunca anne kompleksinden kurtulamaz. Çoğunlukla anneler, oğullarını dizleri dibinden ayırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Onları, kendilerine bağlı kalma yönünde koşullandırmaya çalışırlar. Eğer oğul, annesinin bu kurnazlığına kapılırsa, erkeklik yönü tehlikeli sarsıntılar geçirir. Annesine karşı ihanet ya da sadakatsizlik sayılsa bile oğul, ondan uzaklaşmalıdır. Öte yandan, annenin de oğlundan ayrılmanın üzüntüsüne katlanmayı öğrenmesi gerekir. Tam bir bağımsızlık kazandıktan ve sevgisini, kendi yaşında bir başka kadına verdikten sonra oğul, yine annesine dönebilir ve -eğer sağ bulursa- ana ile oğul arasında başlangıçtakinden değişik bir düzeyde, yeni bir bağ kurulabilir. Parsifal’in annesi, oğlunun dönmesinden önce ölmüştür. Belki de o, kadın birey olmayı bilmeyen, varlığını ancak bir anne olduğu sürece devam ettirebilen ve o rol elinden alınınca psikolojik açıdan ölen kadın türünün temsilcisi idi.”</em><br />
<br />
Eğer erkek, anne etkisinden çıkamazsa trajik ilişkiler yaşanır. Ya da toplumumuzda çok sık rastlandığı gibi erkeğin böyle bir derdi yoktur. Ona ve çocuklarına annelik yapacak ve bundan mutlu olacak bir kadın bulur ve ömür boyu “mutlu ve mesut” (!) yaşarlar. Erkek bu inisiyatik yolda yürümeyi başarır da annesinin etkisinden kurtulabilirse, onu farklı bir yol bekler. Bu da sevgili bulmak ve onunla aşk yaşamaktır. İşte burada bu “arayış” içinde olan erkekten söz edeceğiz. Bu arayış klasik “mutlu yuva” kurmak isteyen erkeğin arayışı ile temelde aynı olmasına karşın, aşkınlığı açısından çok daha farklıdır. Çünkü artık bu arayış fiziksel ihtiyacın ötesine geçerek “inançsal” bir kalıp da almıştır. <br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhuqCA8c2WzwowESwY7R8qCHj7l2ahDCzAoZVsw-Z_vxtEMfSvCQBCghKw-RNEeJ7nK8zf50IgUDGY1QDPI9fzVP847PBGH5YRjV5arEB8WC3ZWtYVv4kfmmrq5-rYu6j3SYzOlPa-iyL3f/s1600-h/forgotten-knight.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" kt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhuqCA8c2WzwowESwY7R8qCHj7l2ahDCzAoZVsw-Z_vxtEMfSvCQBCghKw-RNEeJ7nK8zf50IgUDGY1QDPI9fzVP847PBGH5YRjV5arEB8WC3ZWtYVv4kfmmrq5-rYu6j3SYzOlPa-iyL3f/s400/forgotten-knight.jpg" width="400" /></a></div>Bu arayış, “aşkın bir arayış”a dönüşmüş ve bu erkeğin “tanrısal”, “kutsal” ve “romantik” bir aşk yaşaması kaçınılmaz hale gelmiştir. Animasını annesinden kurtaran erkek, gerçekten bu yeni duruma alışabilmiş değildir. Eski kalıpları terk etmesi ona tanınmadık, bilinmedik, farklı bir anima sunar. Oysa erkek buna çok yabancıdır. Bir <strong><em>Terra Incognita</em></strong> olan bu anima, erkeğin aslında aradığı sevgiliyi “deneme-yanılma” yöntemi ile de bulmasına neden olur. Erkek karşısına çıkan ve onu etkileyen kadına Anima figürünü yüklemeye çok heveslidir. Bu bilinemeyen gizemli Anima, aynı zamanda tanrısal bütün özelliklerini de üzerinde taşımakta ve bir Tanrıça gibi görünmektedir. Bu gizem perdesi daha kalkmadığından erkek içindeki bütün tanrısallığı bu Tanrıça’ya yükler, dolayısıyla yeni sevgilisi bu sıradışı nitelendirmeden payını alır. Erkeğin gözünde bu kadın artık bir Tanrıça’dır ve erkeğin davranışları bu yönde seyreder. <br />
<br />
<br />
<strong>Johnson</strong> (<em>We, Romantik Aşkın Psikolojisi, 1993</em>) bunu çok iyi tanımlar: <em>“Romantik aşk, herhangi bir biçimiyle aşk değil, fakat aşk ile ilgili tutumların, istem dışı duyguların, ideallerin ve reaksiyonların hepsinin bir bileşiğidir.”</em><br />
<br />
Bu bağlamda romantik aşka düşen erkek, sıradışı bir sevgi duymaya başlar, karşısındakini yüceltir, hatta tapınırcasına bir hayranlık duymaya başlar ve sevgilisinde bulunan bir tür tanrısallığa yönelir. <br />
<br />
İkili ilişkilerimizde bunu deneyimlediğimiz olmuştur. Özellikle erkeklerin bu tür tutumları, önceleri kadınlar tarafından anlaşılmasa da, zamanla kabul edilir ve kadın da o rolü oynamaya çalışır. <br />
<br />
Bu deneyimin aslında cinsel değil dinsel bir dürtüyü ortaya çıkardığını <strong>Johnson</strong> <em>(We, Romantik Aşkın Psikolojisi, 1993)</em> çok ilginç bir biçimde ortaya koyar: <em>“Modern kültürümüzün tamamen maddeleşmiş olan ortamında başka hiçbir sığınak bulamayan dinsel içgüdülerimiz; değişik bir kimlikle de olsa, varlıklarını sürdürebilme gayretiyle, gizlice yaşayabilecekleri ve kimsenin onları aramayı akıl edemeyecekleri bir çevreye, romantik aşka göç etmişlerdir. Aşık olduğumuz zamanların dışında yaşamımızın hiçbir anlamı olmadığını sanmamızın sebebi de budur. Yine bu nedenledir ki, romantik aşk, kültürümüzün tek ve en büyük psikolojik gücü haline gelmiştir.”</em><br />
<br />
Bu güç, günümüz için geçerli olduğu gibi, geçmişte de etkili olmuştur. Özellikle Batı Ortaçağı’nda etkili olduğu gibi Anadolu Tasavvuf düşüncesinde de bu tür motiflere rastlarız. Romantik aşka bir de bu gözle bakarsak, aslında yaşanan aşkın deneyimin, dinsel deneyimden çok uzak olmadığını görürüz. <br />
<br />
<strong>Riane Eisler</strong> <em>(Sacred Pleasure, 1995)</em>, romantik bir geceyi hayal etmemizi ister. Gerçekten de “romantik bir gece” dediğimizde aklımıza mum, şarap, güzel kokulu bir tütsü ve müzik gelir. Aslında bunların hepsi eski çağların dinsel ritüelleridir. Romantik aşkı dinsel ve ezoterik ritüellerle yaşamak sonuçta erkeğe Tanrı ile bir olabileceği aşkın bir deneyimi de yaşatır. Bu bağlamda <strong>Plotinos</strong>’un Tanrı’ya aşk ile ulaşılabileceği düşüncesi sapasağlam yerini korur. <br />
<br />
Günlük hayatımızda birçok hareketimizde, özellikle sevgi kalıplarımızda, -bu sadece aşk olmayabilir, anne ve babaya, hatta kardeşe olan bağlılıklarda, vatan sevgisinde, spiritüel öğretilerde vs de- bu aşkın semboller karşımıza çıkar ve bizi bloke ederler. Peki, Tristan ve Isolde ya da Romeo ve Julliet yaşasalardı neler olurdu? Bu soru biraz da mizahi olarak hep sorulmuştur. Romantik aşkın süresinin uzun olmadığı söylenir hep. Efsanelerde üç yıl olarak anlatılan bu aşkın süresi, deneyimlerimizde de çok uzun olmamıştır. <br />
<br />
Öncelikle kadın bu rolü oynamaktan yorulmaya başlar. O bir Tanrıça değildir ve günahları ve sevapları olan bir insandır, ölümlü bir varlıktır. Herkes gibi yer içer, dışarı çıkartır, kızar ve hatalar yapar. Bu Tanrıça rolü, ilişkinin sürekliliğinin vazgeçilmezi olduğunda kadın için yorucu hatta bunaltıcı olmaya başlar. <br />
<br />
Erkek ise, karşısındaki Tanrıça’dan bir Tanrıça’ya uymayan davranışlar gördüğünde önce şaşırır, görmezden gelir ama sonunda o da dayanamaz hale gelir. Karşılıklı anlayış içinde çözülebilecek birçok anlaşmazlık şiddetli kavgalara dönüşebilir. En kötüsü, çiftlerden biri ayrılmayı teklif eder. Bulunan tanrısallığı kaybetme korkusu sürekli bir ayrılık ve barışma şeklinde kendini gösterir. <br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgEOvrCimpwVnImqXwLIIoL_VpUGekL4Z5hKJ3YeCJDJ-1ffldtjjodbdnwOxhtoFKjCabLXZL88nYWHqavhyPnp8EfMH4vjbjC167TGkTTDqW4wY64eZdvjM8OiTbKeD1787zbwO3UAZBJ/s1600-h/lonely-man.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" kt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgEOvrCimpwVnImqXwLIIoL_VpUGekL4Z5hKJ3YeCJDJ-1ffldtjjodbdnwOxhtoFKjCabLXZL88nYWHqavhyPnp8EfMH4vjbjC167TGkTTDqW4wY64eZdvjM8OiTbKeD1787zbwO3UAZBJ/s200/lonely-man.jpg" width="150" /></a>Sonuç trajik olarak kaçınılmaz bir ayrılık ve içine düşülen boşluk olur. Bir de bunun üzerine dinsel temalı bir boşluğun gelmesi yaşamı iyice anlamsızlaştırır. </div><br />
Oysa “romantik” aşk erkeğin kendi içindeki animasını keşfetmesi açısından kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Animasını karşısındaki kadında sembolleştiren erkek onu daha yakından tanıma fırsatı bulur. Bunu dinsel ya da ezoterik bir deneyim gibi aşkınlaştıracağına bir ölümlü gibi düya koşullarında gördüğünde, erkek kendi animası ile birlikte karşısındaki dişiyi de tanıyarak sağlıklı bir karar verebilecektir. Romantik aşkın “büyüsü” geçince – ki bu her şekilde olabilir; belki bir olay, belki ilk kavga- çifler birbirini tam olarak görmeye başlar. Erkek doğaüstü bir kadın yerine, gerçek bir kadınla karşılaştığında onu tanıması, bilmesi ve sevmesi gerekir. İşte burada gerçek bir ilişkiye atılan adım vardır. Aynı şekilde kadın da bunu paylaşmalıdır. Yoksa olay çiftlerden birinin aniden gidişi ya da “bu işin büyüsü bozuldu”, “umduğumu yaşayamadım” gibi bahanelerle ilişkiyi sonlandırmak istemesiyle biter. <br />
Konumuz erkeğin arayışı olduğundan erkek ile devam edelim. Erkek burada kesinlikle, her şeye rağmen, gerçeklikle yüzyüze gelmek zorundadır. Eğer bu sınavı atlatırsa ve kadın da olanları paylaşırsa Tanrıça erkeğe gerçek bir kadın armağan edecektir. Bunu yapamayıp ayrılan erkek için yeni bir deneyim başlar. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Tanrısallığı, ruh eşini ya da başka bir şekilde adlandırdığı sevgilisini kaybetmiştir. Yeni ve çorak bir dünya içinde anlamsız bir yaşam başlamıştır. <br />
<br />
Bu arada erkek için çok daha trajik bir durum daha başlar. Bu kez de ulaşılamamış, “bilinmedik” kalmış olan anima oyunlarını oynar. Erkek daha melankolikleşir, nevrotik davranışlar sergiler hatta ötesinde içine kapanabilir. Hayttan zevk alamaz, nedeni sorulduğunda ise kendi de nedenini bilmediği bir sıkıntı içinde olduğunu söyler. Hatta hastalık hastası olmuştur. Bu anlamsızlık, yeni bir sevgili bulana kadar devam eder. Erkek artık aynı hatayı tekrarlamamak zorundadır. Karşısına yeni çıkan bu kadın bir Tanrıça değil, belki de Tanrıça’nın bir lütfu olan rahibesidir. Erkek bu kadını bir insan olarak her yönüyle tanımak zorundadır. Bu onun yıllardır aradığı parçası değil, karşısına çıkan kanlı canlı bambaşka biridir. Bunu aşkın bir deneyime çevirmek yerinde, maddesel ama karşısındakini ve animasını tanımaya yönelik deneyime çevirdiğinde gerçek bir ilişki başlar. Bu, aynı zamanda erkeğin tanrısal taleplerinden vazgeçmesidir de... <br />
<br />
<strong>Qualls-Corbett</strong> (2001) bunu şöyle açıklar:<br />
<em>“Erkeğin gerçek kadınlarla ilişkilerine her zaman yansıtılmış, anima ile olan bu etkileyici bağlantıda, ergil ego bilinci temel bir aydınlanmaya ulaşır. Aşk tapınağına giren yabancı olarak erkek, öteki ile birleşmek için ego bilincinin bir yönünden vazgeçer. Bu birliğin kendisi, ergil ve dişiliğin eşitliğini simgeler; hiçbiri hükmedici, talepkâr ya da sahiplenici değildir. Anima ile olan bu olumlu ilişki sayesinde, bir erkek yaşamında heyecan verici, etkileyici bir canlılık deneyimler; bir yüke dönüşmüş olan eski düşünce ve değerler artık omuzlarından kalkmıştır.”</em><br />
<br />
Bu şekilde erkek, eşit düzeyde bir aşkı tanımış olur. Bu aşkın sürekliliğini artık “kader” değil kişiler belirler. Bu bağlamda her yaşanan gerçektir. Ne kadar basit değil mi her şey...Sadece anlam yüklemeden tanıyabilmek... Bir o kadar da zor...<br />
<br />
Erkek sonunda animasını tanıdığında, artık aradığı mutluluğu bulur. Bu bağlamda Kutsal Kâse sahibine hizmet etmiştir. Hem onu taşıyan kadına, hem de erkeğe. <br />
<br />
<strong>ERHAN ALTUNAY</strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-10875286582373631482010-01-28T11:56:00.000-08:002010-01-29T02:38:25.887-08:00BİR DUYGUYU MAKYAJLAMAK<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgplJjjd9BhTX8cbuy3jT5jynMnwiOL8Pb3RC64ZAVu71GL8WWUwhSPyRwAlwVrpwwyJyjOANDZNv-fKU46h_wzLNwH0q-N_e_gmKqVoyK_U9PDjPZJTkiaQ2AIrDunh9w9ln6ZuX1ObYV0/s1600-h/maskeli+kadin.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" mt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgplJjjd9BhTX8cbuy3jT5jynMnwiOL8Pb3RC64ZAVu71GL8WWUwhSPyRwAlwVrpwwyJyjOANDZNv-fKU46h_wzLNwH0q-N_e_gmKqVoyK_U9PDjPZJTkiaQ2AIrDunh9w9ln6ZuX1ObYV0/s320/maskeli+kadin.jpg" /></a></div><br />
<br />
<div style="text-align: center;"><strong><em>"Geçtim hepsinden öyle hünerle ki yaşadığımı sanıyorlar hala." </em></strong></div><div style="text-align: left;"><br />
</div><div style="text-align: left;">Birhan Keskin'in çok sevdiğim dizelerinden biridir bu. Ve geçen gün dilimden döküldü. Birden uzun süredir şiir kitabı almadığımı, hatta şiir bile okumadığımı fark ettim. Eskiden girdiğim her kitapçıda ya da sahafta, nasıl heyecanla şiir kitaplarının olduğu bölümü aradığımı hatırlarım. Kitaplığımda onlarca şiir kitabı, ezberimde yüzlerce şiir olan ben, ne olmuştu da uzun zamandır şiir okumamıştım... Kainat şairlerin elinden çıkmıştır derdim hep, ülkelerin şairler tarafindan yönetilmesi taraftarıydım. Peki ne olmuştu da şiir benim hayatımdan çıkmıştı? <br />
<br />
</div>Önce 'tesadüf'' dedim içimden, tesadüfler... Ancak sonra Hermetik metinlerdeki Hermes Trismegistus'un sözleri geldi aklıma: "Evrende hiçbir şey tesadüf değildir; insanoğlu bilmediği, anlayamadığı yasaları açıklamakta tesadüfü kullanır" demişti Hermes. Önce bu yaşadığımın tesadüf olmadığını kabul ettim. Sonra mümkün olduğunca ego savunma düzeneklerini kullanmadan şöyle sordum kendime: "Eskiden hayatımda şiir olmasaydı nasıl hissederdim?" "Korunaksız, sığınacağım hiçbir şey yokmuş gibi..." Elbette korunaksız hissetmemin altında da başka bir duygu vardı. <br />
<br />
Bunları niçin anlattım? Sebep şiirle olan ilişkim ve altındaki duygum değil aslına bakarsanız. Hayatımızı farkında olmadan yönlendiren ve tesadüf olarak açıklamaya çalıştığımız birkaç yasadan bahsetmek temel amacım. Önce kendimize, sonra çevremizde gördüğümüz her şeye ki bu; sevgiliniz, eşiniz, işiniz hatta hobileriniz olabilir, dikkatlice bakın ve sorun kendinize "Onlar neden ordalar?"... Hepsi birer tesadüf mü yoksa sizin "seçimleriniz" mi? <br />
<br />
Bu soruların cevaplarını ararken biraz temel psikolojiye göz atmakta fayda var. Bilinçdışımızı yönlendiren üç düzenek vardır; İd, Ego ve Süperego. İd yasam enerjimizin olduğu içimizdeki çocuktur. Kuralları yoktur. İyi ve kötü benlikten oluşur ve her zaman iyi benlikte durmaya calışır. Süperego çocukluktan itibaren öğrendigimiz (anne, baba vs.) kurallar bütünüdür. Bizi yaşadığımız toplumla uyumlu hale getirmeyi amaçlar. Ego ise bu iki düzeneği denetleyen, ikisi arasında bir köprü kuran bileşendir. <br />
<a name='more'></a><br />
Arabalara karşı fazlasıyla ilgisi olan bir arkadaşıma "Araban olmazsa kendini nasıl hissedersin?" diye sormuştum. "Zayıf hissederim" demişti. Zayıf hissetmek, çok açıkça görülüyor ki kötü benliğin duygusudur ancak İd'in hedefi her zaman iyi benliğe ulaşmaktır. İşte bu noktada kişi çoğunlukla bir yerlerden para bulup ya da borç alıp sonraki adımı düşünmeden araba sahibi olur. Çünkü arabaya sahip olmak, "zayıflık" duygusunu ortadan kaldıracaktır. Bu noktada araba almak farklı bir anlama bürünür. Araba niçin alınır? Herhangi iki nokta arasındaki mesafeyi daha kısa sürede gitmek için alınır. Ancak bahsettiğim arkadaşımın araba alma isteğinin altında bu yoktu. Bunun yerine kötü benlikteki duyguyu makyajlayıp iyi benliğe geçmekti amacı. Örnekleri çeşitlendirebiliriz. Birçok kadındaki ayakkabı, çanta alma isteği... Her ne pahasına olursa olsun iş yerinde yükselme isteği ya da gereğinden fazla spor yapıp vücut geliştirme isteği vb... Bunların çoğunun altında bilinçdışımızda kendimizi yoksun hissettiğimiz bir duygunun kapatılmaya çalışılması yatar. <br />
<br />
Gelelim ikili ilişkilere... En yakın dostunuz, sevgiliniz şu an niçin karşınızda? Gerçekten onları sadece "o" olduğu için mi seviyoruz yoksa bizde eksikligini hissettiğimiz bir duyguyu kapattığını sandığımız için mi? Yaşadığım başka bir iyi bir örnek: Sevgilisiyle sorunları olan bir arkadaşıma "Hayatında o olmazsa kendini nasıl hissedersin?" diye sordum, "Güvensiz" dedi. Aslına bakarsanız bizdeki bir duyguyu "makyajladıkları" için birisini hayatımıza sokmamız oldukça "insani" bir durum. ANCAK bizdeki duyguyu rötuşladıkları için seçtigimiz insanlar herhangi bir şekilde bizi engellemeye, yaratıcı enerjimizi kısıtlamaya başladığında asıl sorun ortaya çıkıyor; çünkü içimizde rötuşlamaya çalıştığımız duygu için kendimiz olmaktan vazgeçiyoruz. Her şeyimizi feda etmeye başlıyoruz. İşte bu noktada, bu gerçeği bilerek ya da bilmeyerek her yerimize zincir vurmaya başlıyoruz. Düşünün, insanlar eksikliğini hissettikleri bir duygu uğruna hayatlarını feda ediyorlar ve daha da kötüsü bunun farkında bile değiller. <br />
<br />
Peki bu eksikliğini duyduğumuz duyguları çözümlediğimizde ne olur? Çoğunlukla o çok keyif aldığımız hobilerimiz, çok keyifli vakit geçirdiğimiz dostlarımız artık bizimle aynı yolda değildir. Ancak gerçekten çözümleyebildim demek, oldukça sıkıntılı ve zor bir süreçtir. Çünkü kişi önce sorunu fark eder sonra onun altındaki duyguyla yüzleşmek zorunda kalır. Bu zorlu süreç bir başka yazının konusu :)<br />
<br />
Her ne kadar hala ülkelerin yönetimini şairlere bırakmak gerektiğini düşünsem de, şiire karşı artık nötr noktasında olduğumu biliyorum. Bu ne "iyi" ne de "kötü" benim için. Sadece güzel bir şiirle karşılaşırsam okurum, kötü bir şiirle karşılaşırsam beğenmedim deyip geçerim. Şiirin bunun ötesinde bir anlamı yoktur benim için. <br />
<br />
<strong>DOĞUŞ ŞENGÜL</strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-71207997686579738632010-01-27T02:19:00.000-08:002010-01-29T03:02:58.004-08:00AQUA YAŞAM "TAROT VE SEMBOLİZMİ" EĞİTİMİ BAŞLIYOR!<strong><span style="color: black;">Erhan Altunay ile</span></strong><br />
<strong><span style="color: red;">TAROT'UN ve SEMBOLLERİN GİZEMLİ DÜNYASINI KEŞFEDİN!</span></strong><br />
<br />
<span style="color: black;"><strong>Ücretsiz tanıtım semineri: </strong>2 Şubat 2010, 19.00</span><br />
<strong>Eğitim başlangıç tarihi: </strong>9 Şubat 2010, 19.00<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgglQjNDNVBoVkP-HwgoQWdb-i6EKlfJl5KPgV175CEmqO98vIxv24QCowSgeQtFRIR8H6-8UPeEHDEulOXJtkNA6hW9-S7p2CouP2RJ9aOdU3QiqsX5tyThqco53nY4BFKGKckycu1pfg/s1600-h/TAROT+DESTE.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" mt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgglQjNDNVBoVkP-HwgoQWdb-i6EKlfJl5KPgV175CEmqO98vIxv24QCowSgeQtFRIR8H6-8UPeEHDEulOXJtkNA6hW9-S7p2CouP2RJ9aOdU3QiqsX5tyThqco53nY4BFKGKckycu1pfg/s320/TAROT+DESTE.jpg" /></a></div> <strong><em>Sembollerin dilini öğrenmek ve kadim bilgeliğin kapısını aralamak, kendimizi tanımak için sihirli bir yolculuğu başlatmaktır... Kollektif bilinçaltımızda yer alan ve açığa çıkmak için bekleyen bu semboller, kendini Tarot’un gizemli dünyası aracılığıyla bize sunuyor ve içimizdeki “bilge”yi uyandırmak için yüzyılların ötesinden bugüne sesleniyor...</em></strong><br />
<br />
Tarot, Batı ezoterizminin en önemli sembolik formlarından biridir ve yaklaşık altı yüzyıldır yorum sanatında ve başka çalışmalarda büyük rol oynamıştır. 78 karttan oluşan Tarot destesinin her bir kartında çok önemli semboller bulunur. Ve bu sembollerin bilinçaltımızda açılmasıyla birlikte, kartlarla aramızda enerjitik bir bağ kurulur.<br />
<br />
Kökenine baktığımızda ezoterik sembollerin toplandığı bir deste olarak ortaya çıkmışsa da, Tarot kartları zamanla fal ve büyü için bir araç olarak kullanılmıştır. Ancak Tarot’un en önemli faydası, kendimizi ve karşımızdakini anlamak ve geleceğimizi şekillendirmek için atacağımız adımlarla ilgilidir. Tarot etkin ve doğru şekilde kullanılırsa, zengin sembolik içeriği nedeniyle direkt bilinçaltına hitap eder. Yaşam içinde tıkandığımız noktaları belirlemede ve sürekli tekrarlanan, içinden çıkamadığımız senaryoları değiştirme gücünü gösterebilmemizde etkili bir araç olarak karşımıza çıkar. <br />
<br />
<strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi</strong> bünyesinde gerçekleştirilecek olan Tarot eğitimi, bu düşünceden yola çıkar ve Tarot’u son zamanların dejenere olmuş fal yöntemlerinden uzak tutarak en eski ve doğru anlamı ile, gerekli sembol bilgisini vererek tanıtmayı hedefler.<br />
<a name='more'></a><br />
<br />
<div>Bu eğitimde Tarot’u hem kendi hayatımızla ilgili önemli bir yol gösterici olarak kullanmayı öğreneğiz, hem de başkalarını yönlendirmeden onlara nasıl önerilerde bulunabileceğimiz konusunda ipuçları edineceğiz. </div><br />
<div>Bu eğitimin her seviyedeki isteklilere hitap edebilmesi için, giriş olarak semboller, arketipler, pagan ve ezoterik sembolizm ve genel olarak ezoterizm hakkında da bilgi verilecektir. </div><br />
<strong>Aqua Yaşam Tarot Eğitimi'nin başlıca konuları:</strong> <br />
<ul><li> Sembol Nedir?</li>
<li>Arketip Nedir?</li>
<li>Semboller Bizi Nasıl Etkiler?</li>
<li>Pagan ve Ezoterik Semboller</li>
<li>Ezoterizme giriş</li>
<li>Tarot’a ve Sembolizmine Genel Giriş, Tarot ve Bilinçaltı</li>
<li>Arcana Major </li>
<li>Ateş, Hava, Toprak, Su Sembolizmi</li>
<li>Sayı Sembolizmi</li>
<li>Arcana Minor </li>
<li>Kart Dizilimi</li>
</ul><em><strong>12 hafta sürecek eğitim boyunca, yaşamımızı yönlendiren sembollerin gizemli dünyasını tanıyacağız ve pratik uygulamalarla Tarot dizilimleri yapacağız. Bilinen şekliyle fal bakmak, bu eğitimin amaçlarından biri değildir.</strong></em><br />
<br />
<strong>Eğitmen:</strong> Erhan Altunay<br />
<strong>Süre:</strong> 12 hafta (Her Salı 19.00-22.00)<br />
<strong>Başlangıç Tarihi:</strong>9 Şubat 2010<br />
<strong>Kayıt için, Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezi:</strong> 0530 516 12 00<br />
<strong>Yer:</strong> Pera Rose Otel (Meşrutiyet Cad. No: 87 Tepebaşı, Taksim)<br />
<strong>Email:</strong> <a href="mailto:aqua@aquayasam.com">aqua@aquayasam.com</a><br />
<a href="http://www.aquayasam.com/">http://www.aquayasam.com/</a>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-2714425772319347462010-01-26T06:50:00.000-08:002010-01-27T02:22:53.652-08:00TAROT NEDİR? TARİHÇESİ VE SEMBOLİZMİ...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgb1OfTWcRBmcFhU1IyuR0_iJ5HId46tbcgj9n3UunqCEEDRVT4RoztRveksiLDzdCdPRs_SiiqPmgvZO-rjY0z9XNw9T69I7xp7p4X8Jmt94e0L20bS4G6mv2MrBhAKlqkYrQutJIRHEtE/s1600-h/tarot-marseille-jodorowsky.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="167" mt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgb1OfTWcRBmcFhU1IyuR0_iJ5HId46tbcgj9n3UunqCEEDRVT4RoztRveksiLDzdCdPRs_SiiqPmgvZO-rjY0z9XNw9T69I7xp7p4X8Jmt94e0L20bS4G6mv2MrBhAKlqkYrQutJIRHEtE/s400/tarot-marseille-jodorowsky.jpg" width="400" /></a><br />
</div><br />
Ezoterizmle uğraşan biri eninde sonunda Tarot’a da bulaşmak zorunda kalır. İçerdiği semboller ve anlattığı inisiyatik aşamalar açısından Tarot eşsiz bir Liber Mutus’dur. ("Sessiz Kitap" ya da daha doğru bir deyişle resimli, yazısız kitap.) Ezoterizmle uğraşan ve Tarot’a bulaşan bu kişi, eninde sonunda “Tarot bir fal aracı mıdır?” sorusuna muhatap kalır. Sonunda anlar ki Tarot, böyle bir amaçla ortaya çıkmamış olsa da, bu amaç için kullanılabilir. Ve ezoterizmle uğraşan, Tarot’a bulaşan ve “Tarot bir fal aracı mıdır?” sorusunun yanıtını bulan bu kişi, eninde sonunda fal baktırmak isteyenlerin gözdesi olur. <br />
<br />
Tarot, batı ezoterizminin en önemli sembolik formlarından birini temsil eder. Batı ezoterizminde altı yüz yıla yakın bir zamandır gerek yorum sanatında, gerek büyüde gerekse de fal ve kehanette büyük rol oynamıştır.<br />
<br />
Tarot sözcüğünün nereden geldiği tartışmalıdır. Bunun için birçok görüş vardır. Bir görüşe göre Tarot sözcüğü Latince’de tekerlek/çark anlamına gelen rota sözcüğü ile ilişkilidir. Bir başka görüşe göre ise Tarot sözcüğü Mısır kökenlidir ve “Kral Yolu” anlamına gelen Ta-roş sözcüğünden türemiştir. Tarot’un kökenini Mısır’a dayandıran bir başka görüş de bu sözcüğün Mısır tanrısı Thoth’un adından türediği yönündedir. Bu sözcüğü İbranice’deki Torah ile ilişkilendirenler de olmuştur.<br />
<br />
Tarot en yalın anlamı ile, 78 karttan oluşan ve her bir kartında farklı bir sembol olan bir destedir.<br />
Tarot kartlarından 22 tanesi Arcana Major[1] diye adlandırılır. Bunlar üzerinde farklı sembolik resimler olan bir tanesi hariç numaralı kartlardır. Kalanlar ise Arcana Minor olarak adlandırılırlar ve bizim kullandığımız iskambil kağıtlarının atasıdırlar. Eski destelerde Arcana Minor serisinde, sayılarda, sayısal değerleri temsil eden ve hangi gruba ait olduğunu bildiren işaretler dışında sembol yoktur. <br />
<a name='more'></a><br />
Tarot, daha önce de belirttiğimiz gibi bir Liber Mutus’tur. Her bir kart ve üzerindeki semboller aslında inisiyasyon aşamalarını ve buralarda karşılaşılanları anlatmaktadır. Eğer doğru sırayı takip edersek, inisiyasyonu da takip etme şansımız olur. Tarot bazı ezoterik cemiyetlerde, üyelerin inisiyasyon üzerine sembol yorumlama yetilerini geliştirmek için de kullanılmıştır. Bu bağlamda her cemiyet kendine göre Tarot kartı da geliştirmiştir. Günümüzde de Tarot kartlarının çeşitliliği bu düşünceye dayanmaktadır. Günümüz bilimi ışığında da bu sembollerin ne kadar isabetli olduğu ortaya çıkmaktadır.<br />
<br />
Tarot kartları, kökeninde ezoterik sembollerin toplandığı bir deste olarak ortaya çıkmış olsa da zamanla fal ve büyü için araç olarak kullanılmışlardır. Bunun en önemli nedeni bakan kişinin yorum yapmasına olan katkısıdır. Bu etki direkt Tarot’a bağlı olmamakla birlikte Tarot sembolleri vasıtası ile olmaktadır. Yıllar boyu bu şekilde denendiğinden sonunda Tarot bir fal aracı olarak sunulmaya başlanmıştır.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEihBm54pOqCp3kDxFwFJm-1VVyb0M3L6kD4DEls2xyp70VreXeSNrh7M84IUozQaMWcZkFV_5Et4mt-BQX0PfMnkC3nFktCDkUIWDctSZJg5lxzOfnx6ylkMNe1VpnTNPueYMnrAu6MBET2/s1600-h/a-empereur.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" mt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEihBm54pOqCp3kDxFwFJm-1VVyb0M3L6kD4DEls2xyp70VreXeSNrh7M84IUozQaMWcZkFV_5Et4mt-BQX0PfMnkC3nFktCDkUIWDctSZJg5lxzOfnx6ylkMNe1VpnTNPueYMnrAu6MBET2/s200/a-empereur.jpg" width="105" /></a><br />
</div>Bir Tarot seansı, bakan, baktıran ve kartlar arasındaki eşzamanlılıktan oluşur. Bir tür farklı iletişim yoludur. Tarot bakan kişi, bu eşzamanlılık içinde çekilen kartların sembolizminden karşıdaki vakayı doğru olarak yorumlamakla yükümlüdür. Bu yorum ise ancak yüzyılların ezoterik birikimine sahip olmakla ve medyumik yetenekle olur. Piyasada dolaşan kitapların açıklamalarını okuyup ezberleyerek yapılan Tarot yorumları için ise yorum yapmasam daha iyi olur sanırım. Bu kitaplardaki birçok eksikliğin yanı sıra, en önemli eksiklik sadece tek tek kart açıklaması vermesi ve açılış sırasının değişik kombinasyonları hakkında yorum yapamamasıdır. Bu nedenle bir yığın garip açılış önermektedirler. <br />
<br />
Kişisel düşünce olarak, her tür falın, olası durumları ve enerjileri gösterdiğini ve baktıran kişinin bu sayede bunların farkında olarak üzerlerine çıkabileceğine ve söylenenleri değiştirebileceğine inanırım. Bu nedenle bakan kişinin yorumları hayati önem taşıır. Bakan kişi yönlendirmekten çok, bunlara dikkat çekerek baktıranın "büyücü" yeteneğini ortaya çıkartmalı ve bu dönüşümü gerçekleştirmesine (ya da olumlu ise bu yönde akmasına) yardımcı olmalıdır. <br />
<br />
Tarot kartları, onları kullanan kişilerin düşünceleri ile senkronizasyon oluştuğunda, bir başka deyişle kişi kendini Tarot sembolleri vasıtasıyla daha iyi ifade ettiğinde ve konsantre olabildiğinde bir etki sağlar. Bu bağlamda bakan kişi, özüne sadık kalmak şartıyla, kendine göre teknikler de geliştirebilir. <br />
<br />
<strong>TAROT KARTLARININ TARİHÇESİ</strong><br />
<br />
Tarot kartlarının ortaya çıkışı görece yakın zamanda olmuştur. Uzak Doğu’da ya da Hindistan’da Tarot kartlarına benzer kartların varolduğu ya da Tapınakçı şövalyelerin bunlara sahip olduğu söylense de, bilebildiğimiz kadarı ile ilk Tarot kartları Batı’da on beşinci yüzyılda ortaya çıkmıştır. (Memluk Destesi’ni saymazsak...)<br />
<br />
İlk Tarot kartlarının üzerinde Orta Çağ’a ait figürler bulunur. İlk desteler tamamen el yapımı olup elde renklendirilmişlerdir.<br />
<br />
Bilinen en eski destelerden biri , 1400’lü yılların ortalarına ait olan Visconti-Sforza destesidir. 1415 yılında ölen Piza prensi François Fibbia’nın da bir deste kart hazırlamış olduğu bilinmektedir.<br />
<br />
En meşhur destelerden bir olan Mantegna destesi çizen kişinin adıyla anılır. Bu deste beş gruba ayrılmış ve 1’den 50’ye kadar numaralandırılmış katlardan oluşur.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0ilDcE3JGOGRzTddGwWVAa4Wp2_wRJPJlcumVoPxk8LkINR0H7xg6J3_5WamuH5A2khmOrmmHeUt82D4YmN0sFkHl-w7ahp_77BQ0nNvweNFIJQf-L3nCmCmyULfuMTKrRrCciA8_uT8t/s1600-h/tarot-fool.gif" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" mt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0ilDcE3JGOGRzTddGwWVAa4Wp2_wRJPJlcumVoPxk8LkINR0H7xg6J3_5WamuH5A2khmOrmmHeUt82D4YmN0sFkHl-w7ahp_77BQ0nNvweNFIJQf-L3nCmCmyULfuMTKrRrCciA8_uT8t/s200/tarot-fool.gif" width="90" /></a><br />
</div>On beşinci yüzyılın ortalarında ortaya çıkan Marsilya destesi ise günümüzde de en popüler destelerden biridir. Bu destede Deli, numaralandırılmamış olup kalan Arcana Major kartları Romen rakamları ile numaralandırılmıştır. <br />
<br />
On sekizinci yüzyılda Tarot üzerine çalışan Court de Gebelin (1725-1784) Arcana Major’un Mısır kültüründen geldiğini ve Dünya’nın yaradılışı ile ilgili olayları sembolize ettiğini söylemiştir. Gebelin’e göre bu olayda da 7 sayısının sembolizmi başattır. Buna göre Arcana Major 22 karttan oluşur (3x7=21 + Deli), kalanlar ise 14x4=56 karttan oluşur ve destede toplam 78 kart vardır. Bu, günümüzdeki Tarot kartlarının da sayısıdır. <br />
<br />
<br />
On dokuzuncu yüzyılda Eliphas Levi de Tarot’u Yahudi mistisizmi ile birleştirmeye çalışmıştır. Papus ise Tarot kartlarının Eski Mısır ile olan ilişkisini ve inisiyasyon için sembolizmi temsil ettiğini ortaya koymuştur. <br />
<br />
Günümüzde en çok kullanılan destelerden biri olan Rider destesi ise 1857-1942 yılları arasında yaşamış olan Dr. Arthur Edward Waite’in eseridir. Kendisi bir Golden Dawn üyesi olan Waite, birçok Gül-Haç ve hermetizm sembollerini kullanarak kendi destesini hazırlamış ve bunları Pamela Coleman Smith’e çizdirmiştir. Waite, Tarot’a birçok yenilik de getirmiştir. Bunlardan en önemlileri, Arcana Minor için oluşturduğu sembolik resimler ve bazı kartların yerlerinin değişmesidir. Waite, Tarot vasıtası ile ezoterik sembolleri de vermeye çalışmış ve hepsini kapsayan bir sembolizm oluşturmak istemiştir. Bu şekilde ilk olan bu deste günümüzde de popülerliğini korumaktadır. <br />
Yüzyılımızda hazırlanmış olan desteler içinde en ilginçlerinden biri, kuşkusuz Aleister Crowley’in hazırlattığı Thoth destesidir. Bu kartlarda da Mısır, Doğu, Yunan, Hristiyan ve Orta Çağ sembolleri kullanılmıştır.<br />
<br />
Tarot’un tarihi henüz tamamlanmamıştır, çünkü her kişi ya da topluluk kendine uygun olan desteyi hazırlamaktadır. <br />
<br />
<strong>TAROT KARTLARININ SEMBOLİZMİ</strong><br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIjFP8jw87-mbwoYkM3h6nEY3eFRFnbSDtVPEtsG3PIDWer6lrK-vHQNdP8Mt7GYiBxpmhCJiQXaNc2JD1imXfBZsPRoPM3Ye8SKs3pbgMidl0c4OdstNnUuALkrA7pBNY0A43gvVSCrUA/s1600-h/tarot2.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="120" mt="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIjFP8jw87-mbwoYkM3h6nEY3eFRFnbSDtVPEtsG3PIDWer6lrK-vHQNdP8Mt7GYiBxpmhCJiQXaNc2JD1imXfBZsPRoPM3Ye8SKs3pbgMidl0c4OdstNnUuALkrA7pBNY0A43gvVSCrUA/s320/tarot2.jpg" width="320" /></a><br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">Tarot kartlarının sembolizmini bütünüyle verebilmek çok kolay değildir. Yapılan araştırmalar ve ortaya konan teoriler, Tarot sembollerinin de bir takım arketipik semboller olduğunu ortaya koymuştur. Tarot kartları da diğer arketipik semboller gibi, içimizde uyuyan birçok sembolü harekete geçirmekte, çağırışımlar yaratmaktadır. <br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">Tarot kartları bu bağlamda oldukça değerli sembolik araçlardır. Unutmamalıyız ki, Tarot sembolizmi üzerine düşündükçe, içimizde anahtarı olan birçok ezoterik sembole de ulaşabiliriz. <br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">Tarot sembolizmini anlamak için en önemli araçlardan biri de sayı sembolizmini bilmektir. Özellikle Arcana Minor için sayı sembolizmi bilgisi oldukça faydalı olacaktır. Ancak Arcana Major için, sayı sembolizmi yanında, ezoterik sembolizm bilgisi de oldukça gereklidir.<br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><strong>ERHAN ALTUNAY</strong><br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><strong>[1]</strong> Arcana Latince’de <em>gizem</em> anlamına gelmektedir.<br />
</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br />
</div><div align="left" class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br />
</div>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-45831249864458063032010-01-25T13:48:00.001-08:002010-01-26T04:53:47.373-08:00Sayıların Sembolizmi<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwJdQ7iX7GeQFmX7lMUYnojXWAH6EFnnsaSGc1U9jt587wWrj8u05fwap8VcnWgcW2018bpovX8LAcuh43h8EuB5OLwSCrZCMThcHg0ISW7dcQcbNc9yq_JEYO4CYSlGDWUU-lH4HFvyqB/s1600-h/numbers.jpg"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5430801814504830418" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiwJdQ7iX7GeQFmX7lMUYnojXWAH6EFnnsaSGc1U9jt587wWrj8u05fwap8VcnWgcW2018bpovX8LAcuh43h8EuB5OLwSCrZCMThcHg0ISW7dcQcbNc9yq_JEYO4CYSlGDWUU-lH4HFvyqB/s200/numbers.jpg" style="float: left; height: 194px; margin: 0px 10px 10px 0px; width: 200px;" /></a><br />
Sembol sözcüğü etimolojik olarak Latince Symbolum sözcüğünden Fransızca'ya, oradan da Türkçe'ye geçmiştir. Sözcüğün ilk anlamı tanınma işaretidir. Kökeni ise Yunanca'daki, sumbolon sözcüğüdür. İşaret,sembol, alegori anlamına gelen sözcüğün kökeninde zaten birlikteliği belirten - sum ön eki vardır.<br />
<br />
Sözcük anlamı olarak sembol, "Biçimi ya da doğası ile bir düşünceyi ya da düşünceler bütününü çağrıştıran nesne ya da resim" demektir. Meydan Larousse ise sembol tanımını "Duyularla algılanamayan bir şeyi belirten somut şey veya işaret" şeklinde vermektedir. Yine Meydan Larousse'a göre sembolizm, "Olguları yorumlamaya veya inançları anlatmaya yarayan semboller sistemi" olarak tanımlanmıştır.<br />
<br />
İnsanlar ilk çağlardan beri sembolleri kullanagelmişler, dönemlerinin kendilerine göre özel ve gizli kalması gereken bilgilerini bazı semboller aracılığı ile anlatmışlardır. İlk çağlarda evrenle ilgili bilgiler, psikolojiyle ilgili bilgiler, ezoterik bilgiler hep semboller aracılığı ile aktarılmıştır.<br />
<br />
Mitler, efsaneler, folklorik öyküler, hatta masallar ve çeşitli sanat eserleri bizlere bu sembollerin aktarılmasını sağlamışlardır.<br />
<a name='more'></a><br />
Burada karıştırılmaması gereken işaret ile sembol arasındaki farktır. Sembol belli bir düşünceyi ve olguyu ifade etmek için kullanılır. İşaret ise bir düşünceden çok bir hareketi ya da eylemi ifade eder. Örneğin kırmızı, trafikte dur işaretidir, ama kanı sembolize ettiği için durulması, dikkat edilmesi gereken yerlerde kullanılır. A, harf olarak bir nidayı işaret eder, ancak sembol olarak boğa çağından beri boğayı sembolize eder, çünkü ters dönmüş düşünürsek V, boğa başına benzer. Örnekleri çoğaltabiliriz, ancak bu konuya vakıf olması gereken bazı yazarların da bunu karıştırması üzücüdür.<br />
<br />
Sembollere geri dönersek, her sembol, kendi döneminde bir düşünceyi anlatmak için kullanılmıştır. Başka bir deyişle bir sembolü yorumlarken kendi dönemiyle ele almak gerekir. Bunun bir istisnası <strong>ezoterik sembolizmdir.</strong><br />
<br />
Ezoterik öğretiler yıllar boyu üstatlar tarafından aktarılarak geldiği ve olabildiğince bozulmadığı için semboller uzun süreler anlamlarını korumuşlardır.<br />
<br />
Bunun tam tersi olarak sembol anlam değiştirmiş de olabilir. Yunan kültüründe Athena'ya ait olup aklı ve bilgeliği temsil eden baykuş , yine aynı coğrafyada, Anadolu'da uğursuz bir haberi de, uğursuzluğu da sembolize etmektedir. O dönemde rüyasında baykuş gören biri bunu bilgelik olarak yorumlarken, günümüzde uğursuzluk olarak yorumlanmaktadır.<br />
<br />
Sembollerle ilgili olarak bilinmesi gereken bir husus da, bir sembolün birden fazla anlamı olabileceğidir. Kişinin tekamül seviyesine göre sembollerin içindeki derin anlamı algılaması olanaklı olacaktır. Bir başka deyişle sembollerin açıklamaları çeşitli seviyelerde olabilir, bunların anlaşılması ancak o yolda alınan yol ile orantılıdır. Bu da semboller yoluyla aktarılan ezoterik öğretilerin sadece inisiye olanlar tarafından anlaşılması açısından önemlidir.<br />
<br />
Semboller üzerine çok şey yazılabilir ancak bunları başka yazılara bırakıp konumuz olan sayıları inceleyelim.<br />
<br />
Eşyaların niceliklerini belirtmek için kullanılan sayılar çağlar içinde sembolik anlamlar kazanmışlar ve bunları günümüze taşımışlardır. Burada şimdilik ilk on sayının sembolizmine bakarak konuyu daha iyi anlayabiliriz.<br />
<br />
<strong>BİR</strong><br />
Bir sayısı sembolik olarak herkesin ilk defada söyleyebileceği gibi TEK olanı, MUTLAK olanı sembolize etmektedir.<br />
İslam'da bir olan, tek olan Allah'tır. Allah sözcüğünün ilk harfi olan elif 1 şeklindedir ve ebcet hesabındaki değeri 1'dir.<br />
<br />
Bir sayısının bir başka özelliği de kendinden önce başka sayı gelmemesidir. Kendinden önce gelen sıfır hiçliği sembolize eder. Bir ise hiçliği takip eder ve diğer sayılar ondan türer. Burada Bir'in yaratılıcılık işlevi de ortaya çıkar. Tarot destesindeki bir numaralı kart olan Büyücü de başlangıç ve yaratılış anlamındadır.<br />
<br />
Bu bağlamda Yunan alfabesindeki alfa (a) da başlangıcı temsil eder. İbrani alfabesindeki alef ise başlangıç olduğu gibi, bir inanışa göre diğer bütün harfler ondan türer.<br />
<br />
“Bir sembolizmi” üretkenlikte de ortaya çıkmaktadır. Ataerkil toplumlarda üreme sembolü olan fallus da 1 şeklinde sembolize edilir.<br />
<br />
Bazı yazarlara göre 1 ayakta duran insanı da sembolize eder. Bir için başka sembol açıklamaları da vardır. Güneş de bir tanedir ve bu yüzden Mutlak Bir'in sembolü olarak Güneş de kullanılmıştır.<br />
<br />
<strong>İKİ</strong><br />
İki sayısının sembolizminde akla gelen kuşkusuz evrendeki düaliteyi sembolize ettiğidir.<br />
<br />
İlk toplumlarda etraftaki en ulu kavramlar hep tekti; Dünya, Güneş, Toprak Ana gibi. Ancak erkeğin üremedeki rolünün ataerkil toplumlar tarafından ön plana çıkartılması evrendeki düalitenin de ön plana çıkmasına neden olmuştur. Dünya/Öteki dünya, Güneş/Ay, Toprak Ana/Erkek Tanrı (Kybele/Attis gibi) düalite, hatta kadın/erkek, dişil/eril, sıcak/soğuk, gündüz/gece gibi ikilikler vurgulanmaya başlanmıştır.<br />
<br />
<strong>ÜÇ</strong><br />
"Allah'ın hakkı üçtür". Küçüklüğümüzden beri duyduğumuz bu söz üç sayısının kutsallığı hakkında gereken bilgiyi verir. Hıristiyan toplumda yetişen biri ise kutsal üçlemeden bu sayının kutsallığına aşinadır.<br />
Üç sayısı eski toplumlarda gök-yer-yeraltı üçlemesi ile kutsaldı. Üçleme Mısır mitolojisinde İsis-Osiris-Horus şeklindedir. Yunan mitolojisinde ise bu Zeus-Poseidon-Hades (Gök ve Yer-Deniz-Yer altı) şeklinde varolmuştur. Hristiyan inancında ise Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesine dönüşmüştür. (Bazı yerlerde Baba-Oğul-Meryem şeklinde). Bu üçleme İslam'da bazı mezheplerde Allah-Muhammet-Ali şeklinde görülmektedir.<br />
<br />
Üçlemenin bir sembolik yanı da kutsal birleşme ve doğan çocuktur , bir başka deyişle baba-anne ve çocuk da bir üçlemedir. Bir başka üçleme de Beden-Can-Ruh üçlemesi olarak gösterilebilir.<br />
<br />
Sayı olarak üç kendisinden önce gelen iki sayının toplamı olarak da (1+2=3) önemlidir.<br />
<br />
Üç sayısı sembolik anlamlarının bir bölümünü üçgen şekline de devretmiştir. Üçgen sembolizmi ile üç sayısının sembolizmi arasında benzerlikler vardır.<br />
<br />
<strong>DÖRT</strong><br />
Dört sayısının sembolizmi çok ilginçtir. Dört birçok farklı şeyi ifade edebilir.<br />
<br />
Bir masayı gözümüzün önüne getirebileceğimiz gibi en sağlam denge dört ayak üzerinde olur. Birçok hayvan da dört ayağı üzerinde durur. İnsan da emeklerken dört ayağı üzerinde emekler. Böylece dört sağlamlığı düşündürtmüştür. Dilimizde varolan "dört elle sarılmak", "gözünü dört açmak" gibi deyimler de yapılan işin sağlamlığını belirtir.<br />
<br />
Dört ayrıca dört temel yön ile de alakalıdır. Böylece etrafımızın dört parçaya ayrıldığını kabul edebiliriz. Aynen "dünyanın dört bucağı" deyiminde olduğu gibi.<br />
<br />
Dört sayısı aynı zamanda dört elementi de (Ateş-Hava-Toprak-Su) sembolize eder. Böylece dört,, dünyanın yapı taşı olarak da yer alır.<br />
<br />
Hıristiyanlıktaki haç, dört İncil, İslam'daki dört büyük melek, dört halife bu sembolizmle alakalıdır.<br />
<br />
<strong>BEŞ</strong><br />
Beş genelde yaşadığımız dünyayı ve insanı sembolize eder. Teozoflara göre günümüzdeki insanlık beşinci kök ırktır.<br />
<br />
Beş, elimizdeki beş parmaktan dolayı da önemlidir. Eski mağara yerleşimlerine bakarsak insanların yerleştikleri bölgelerde beş parmak izlerini de görürüz.<br />
<br />
Beş sayısı dört elementle de ilgilidir. Eski çağlarda dört elementi bir arada tutan bir beşinci elementin varlığı düşünülmüştür.<br />
<br />
Sembolizmde beş köşeli yıldız yaşamın sembolü olarak da kullanılmıştır.<br />
<br />
Beş vakit namaz, İslam'ın beş şartı, beş ile ilgili sembolizme örnek olarak verilebilir.<br />
<br />
<strong>ALTI</strong><br />
Altı sayısının sembolizmi üzerinde düşününce kuşkusuz akla ilk gelen Süleyman'ın mührü olacaktır. İçiçe geçmiş iki eşkenar üçgenden oluşan bu şekil altı köşelidir. Çok eski çağlardan beri kullanıldığı düşünülmektedir.<br />
<br />
Yukarı bakan üçgenin tekamül ederek tanrıya ulaşan ruhu, aşağıya bakan üçgenin ise toprağa dönüşü temsil ettiği düşünülmektedir. Bir başka açıklamaya göre ise yukarı çıkan ateşi ve aşağıya akan suyu sembolize eder.<br />
<br />
Altı sayısı 3+3 ‘tür. Bir özelliği de 1x2x3 olmasıdır. 6 sayısının ayrıca bölenlerinin {1.2.3} toplamı da kendisine eşittir. Böylece altı mükemmel bir sayı olarak düşünülmüştür.<br />
<br />
Tanrının dünyayı altı günde yaratması da altının mükemmel olma özelliği ile alakalı olabilir.<br />
<br />
<strong>YEDİ</strong><br />
Yedi ile ilgili sembolizm her an karşımıza çıkar.<br />
<br />
Yedi sayısı ile ilgili sembolizmin kökeninde eskiden yedi gezegen olduğuna inanılması vardır. Dünya sabit, bütün gezegenlerin onun etrafında döndüğüne inanıldığı için bu gezegenler Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Ay ve Güneş'tir. Eskiden her gezegenin bir gök katında olduğu düşünüldüğü için "Göğün yedi katı" deyimi o günlerden kalmadır. Aynı şekilde "yukarıda olan aşağıda olanla aynı olduğu" için yerin de "yedi katı" vardı. Bazı ezoterik öğretilerdeki yedi basamaklı inisiyasyon da sembolik olarak göğün yedi katına ulaşmayı ifade eder.<br />
<br />
Eskiden her gezegene ait bir kutsal gün olduğu için, bir haftada yedi gün vardır. Haftanın günlerinden Pazartesi Ay, Salı Mars, Çarşamba Merkür, Perşembe Jüpiter, Cuma Venüs, Cumartesi Satürn , Pazar ise Güneş ile alakalıdır.<br />
<br />
<strong>SEKİZ</strong><br />
Sekiz, yedi kat gökyüzü inancının bir uzantısı olsa gerek, tanrı katını temsil eder. İslam'da sekizin Cennet'i temsil ettiği de düşünülmüştür. Ayrıca sekiz cennet ve yedi cehennem olduğu inancı da bu sembolizmle alakalıdır.<br />
<br />
Hıristiyanlıkta ise gökyüzü tahtını sekiz melek taşır. Aynı inancın benzeri İslam'da da vardır.<br />
<br />
Sekiz aynı zamanda tutulan yolda sonuna gelmeyi de, mükemmelleşmeyi de ifade eder. Budizm'deki sekiz yapraklı lotus çiçeği de sekiz aşamalı bir sistemin sembolüdür. Aynı şekilde Tapınakçılar arasında da sekiz aşamalı bir inisiyasyon sistemi vardır.<br />
<br />
<strong>DOKUZ</strong><br />
Dokuz eski sembolizmde bir bitişi gösterir. Zaten tek haneli sayıların sonuncusudur. Dokuz üçün karesi olduğundan da bir erişilen noktayı, tamam olmayı göstermektedir.<br />
<br />
Ancak dokuz, sonun olduğu yerde başlangıcın da olması gibi, başlangıcı da haber verir.<br />
<br />
Eskiden göğün dokuz katı olduğu inancı da yaygındı. Buna göre dünya + 7 yıldız katı + sabit yıldızların olduğu kat , dokuz kat etmekteydi. İlginç olan bir başka husus da eski Türk inançlarında da göğün dokuz katı olduğuna inanılmasıdır. Aynı inanç Meksika'da da vardır. Aztekler yerin dokuz kat altı olduğuna da inanmaktaydı.<br />
<br />
<strong>ON</strong><br />
On en eski zamanlardan beri belki de ilk dört sayının toplamı olmasından ötürü mükemmelliği temsil ediyordu. (1+2+3+4=10) iki elin parmaklarının sayısı olması da tamlığı ve mükemmelliği gösteriyordu.<br />
<br />
Musa'ya gelen on emrin de bu sembolizmle alakası vardır. Ayrıca Zohar'da ifade olunduğu gibi evren on sözcükle yaratılmıştır.<br />
<br />
Mayalarda on sayısı bir destenin sonu olduğu için, sonu da sembolize etmekteydi. Ancak her kültürde olduğu gibi bu bitiş aynı zamanda bir başlangıcı da göstermekteydi.<br />
<br />
Sayılar hakkına yazılacak çok şey var. 0,11,12,13,16,17,19,33,41 gibi sembolik yönü ağır basan birçok sayı da başka bir araştırmanın konusu olabilirler.<br />
<br />
<strong>KAYNAKÇA</strong><br />
ALLEAU René, La Science des Symboles, Editions Payot & Rivages, Paris, 1996<br />
DURAND Gilbert, L'Imagination Symbolique, Presses Universitaires de France, Paris, 1964<br />
ELIADE Mircea, Mitlerin Özellikleri (çev. Sema Rifat), Simavi Yayınları, İstanbul , 1993<br />
ERSOY Necmettin, Semboller ve Yorumları, Kendi Basımı, İstanbul, 2000<br />
JULIEN Nadia, Grand Dictionnaire des Symboles et des Mythes, Marabout, Alleur, 1997<br />
JUNG Carl Gustav, The Archetypes and the Collective Unconcious, Routledge, London, 1996<br />
JUNG Carl Gustav, Aion, Researches into the Phenomenology of the Self, Routledge, London, 1991<br />
JUNG Carl Gustav (editor) , Man and his Symbols, Arkana, London, 1990<br />
LARSEN Stephen, The Mythic Imagination, Bantam Books, New York, 1990<br />
SCHIMMEL Annemarie, Sayıların Esrarı (çev. Mehmed Temelli), Verka Yayınları, İstanbul, 1997<br />
<br />
<strong>ERHAN ALTUNAY</strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-36620129117329785002010-01-23T14:57:00.000-08:002010-01-27T04:09:27.242-08:00Özgürlük ve Sorumluluk<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVc2A_LnqD_MvqN4dZbAyoWbXvQUUdQKR2hVOv_Yqueoc7h655_fgSFpNxIQOIHH6whAm7cwK_QQ4qNSoWIx-9yUQyoB4KbTtiYBxLj1n288BicHkcjI8NOqnKaFaYcyqrqfzZ-7XmlQ8M/s1600-h/inner_strength_25_x_25_1%5B1%5D.jpg" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" border="0" height="320" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5430073763356910354" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVc2A_LnqD_MvqN4dZbAyoWbXvQUUdQKR2hVOv_Yqueoc7h655_fgSFpNxIQOIHH6whAm7cwK_QQ4qNSoWIx-9yUQyoB4KbTtiYBxLj1n288BicHkcjI8NOqnKaFaYcyqrqfzZ-7XmlQ8M/s320/inner_strength_25_x_25_1%5B1%5D.jpg" style="float: left; height: 400px; margin: 0px 10px 10px 0px; width: 400px;" width="320" /></a><br />
Her birimiz doğumumuzun ardından kimliğimizi geliştirme, yapılandırma, hayatı tanıma ve uyum sağlama sırasında bir sürece ihtiyaç duyarız. Bu; hem fiziksel hem de duygusal açıdan gerekli; seçimlerimizi, kimliğimizi, doğrularımızı, yanlışlarımızı belirleyebileceğimiz bir dönemdir. En başta yemek yeme, hareket etme, su içme gibi tüm fiziksel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için annemize çok bağımlıyken, zaman içinde önce emeklemeye başlarız. Dengelendikçe, o sürece hakim oldukça, bir ileri aşamaya geçeriz. Tutunarak yürümeye, bağımsız yürümeye, koşmaya kadar ilerleriz. Tüm fiziksel ihtiyaçlarımızı kendimiz karşılamayı öğrenene kadar, bu süreç bu şekilde devam eder. <br />
<br />
Aynı süreç duygu ve düşünce yapımızın gelişimi için de geçerlidir. Hayatımızı anlamlandırıp; farklılıkları, seçtiğimiz etkilerin oluşturduğu tepkileri ve bize geri dönüşlerini öğrenene kadar; anne, baba, öğretmen gibi, ilerisinin deneyim veya bilgisine sahip kişilerin yönlendirmesine, yardımına ihtiyaç duyarız. Bu esnada egomuz kendi seçimlerini oluşturabilecek kadar güçlenmeye başlar; deneyimledikçe olgunlaşıp, kendine uygun olan ve olmayanı ayırt edebilir hale gelir. Ancak zaman zaman yorulan egomuz deşarj olmaya, dinlenmeye de ihtiyaç duyar. Stresin oluşturduğu gerginlikten kurtulmak için kaçışlar yaşar. Bu, bir çocuğun eve gelip çok ödevi varken, televizyon izlemesi gibidir. Ya da spor yaparken yoğun çalıştırdığımız kasları, arada durup su içerek dinlendirdiğimiz ana benzer. Ancak “terliyorum, yoruluyorum” diye kasınızı yormamak, terlemekten kaçmak bedeninize nasıl etki ederse, hayat da egonuza aynı şekilde etki eder. Seçimlerimizi yapmalı, sürecin stresine ve sonuçlarına katlanmalı, kimi zaman düşsek de yeniden ayağa kalkacak kadar güçlenmeyi öğrenmemiz gerekir. <br />
<a name='more'></a><br />
Buradaki en önemli tuzak noktalardan biri şudur: Hayatı tanıma evresinde birilerinin bizim için yolumuzu çizmesine izin verirken, bir yerden sonra o yolun bizim için en iyi yol olduğunu zannederiz. Sorgulamadan, kendimizin tercih ettiğinden emin bir biçimde, başkaları tarafından bize sunulanı yaşamaya başlarız. Oysa her birey kendini keşfetmek ve kendi gerçek potansiyelini tanımak, ortaya çıkarmak için buradadır. Bedeninize uygun olmayan, birilerinin sizin için seçtiği veya onlardan artan kıyafetleri giydiğinizi düşünün… <br />
<br />
Hangi tercihin kendisine ait olduğunu anlamak için, kişi kendini gerçek anlamda tanımalıdır. Neleri farkında olmadan kopyaladığını, onu yoldan alıkoyan korkularını, kalıpsal öğrenilmişlikleri fark ederek, onu yöneten iplerden kurtulup, yaşamını kendisi için “tercih” konumuna getirmelidir. Farkında olmadan yaşanan, bizim zannedilen emanet hayatlar, sonuç olarak yaşama sevincinin ve çoşkusunun azalması, rutin olarak tekrarlayan günler, isteksizlik ve stres olarak bize geri döner, hayat kalitemizi bozar. Hayatın doyum noktasından uzak kalmamıza neden olur. Bu noktada o doyumu sigara, alkol, ya da başka insanların bize kendimizi iyi hissettirmesi gibi noktalarda aramaya başlarız. <br />
<br />
Ancak “Ben büyüdüm” demek, kendimize ve etrafımıza olan sorumluluğumuzu artırır. Tıpkı annemizin elini bırakıp yürümeye başlamak gibi... Nasıl yalnız başımıza yürümek, nereye gittiğimizi ve yoldaki tehlikelerin farkında olmayı, başkalarına karşı sorumluluğu beraberinde gerektiriyorsa, iç dünyamıza özgürlüğünü vermek de, hayata ve kendimize karşı olan sorumluluğumuzu artıracaktır. Ancak unutmamak gerekir ki; tıpkı küçükken elimizden tutulduğunda görmek istediklerimizi göremeden, götürüldüğümüz yere sürüklendiğimiz bir hayat yaşamamız gibi, büyümeyi reddettiğimiz sürece de kendimizi özgürleştiremeyiz. Özgür ve mutlu hayatlar yaşamanız dileğiyle, sevgiler…<br />
<br />
Uzm. Dr. Seda ÜlgenAqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-12460607779004445072010-01-22T11:37:00.000-08:002010-01-27T04:10:08.856-08:00Kelebek Etkisi ve Zanlıyı Öldürmek<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhbVHilwpPpTliD5Bvk6DM70Sl8gPPTEN-7xeQxvH1Nia7xPmbBJWgfmQ44ayu3Auik4WaRewTQNHtC8gTSsO4zitUwnHNLajSU0fyDiizJ-ZrTSJ7wy5e6uqF3dfz36KSo6m1rqb0KxPQ/s1600-h/butterfly-effect.jpg"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5429656687189289250" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhbVHilwpPpTliD5Bvk6DM70Sl8gPPTEN-7xeQxvH1Nia7xPmbBJWgfmQ44ayu3Auik4WaRewTQNHtC8gTSsO4zitUwnHNLajSU0fyDiizJ-ZrTSJ7wy5e6uqF3dfz36KSo6m1rqb0KxPQ/s320/butterfly-effect.jpg" style="cursor: hand; float: left; height: 320px; margin: 0px 10px 10px 0px; width: 226px;" /></a><br />
Hayatta bazen bulunduğumuz noktada aynı gerçeklikte tıkandığımızı hissederiz. Bu; hep döngü şeklinde tekrarlayan sorunlar, benzer sıkıntılar, umutsuzluklar döngüsüdür. Oradan hiç çıkamayacağımızı, sıkıştığımızı hissederiz. Hepimizin hayatında aslında bakmaya korktuğumuz tekrarlayan umutsuzluklar döngüsü ve umudumuzu, değiştirebilme gücümüzü yitirdiğimiz anlar vardır. <br />
<br />
Umutla gelecekle ilgili bir şeylerin değiştiğini, bu sefer aynı sonla biten aşkların yaşanmayacağını, aynı parasal sıkıntıların olmayacağını, aynı başarısız kabullenilmiş sonların olmayacağını gösterecek bir ipucu için dua ederiz. Her şeyin aynı olduğunu gördüğümüzde ise, gücümüzün ve umudumuzun içimizde giderek yok olduğunu hissederiz. Oysa o döngüde kalmayı seçen, tekrarlayan geçmişi gelecekte yineleyen bizlerizdir. Geçmişte yaşanan sıkıntılı anlar, geçmişte edinilmiş deneyimler, oluşan korkular, korkularımızdan dolayı oluşan kişiliğimizdeki tepki ve şekillerimiz, tekrarlayan geçmişin geleceğe yansımalarından başka bir şey değildir. Çünkü bazen öyle anlar gelir ki hayatımızda o değişimi gerçekleştirebilecek kişiler, fırsatlar ortaya çıkar. Biz o değişimin kokusunu hissettiğimiz an yeni geleceğe geçme, değişme arzumuz o kadar güçlüdür ki... bazen bir kelebek kadar hassas olan değişim fırsatını ellerimizde tek kurtuluşumuz olarak görerek öyle sıkı tutmaya kalkarız ki, kelebek etkisini yaratacak zanlı kelebekler elimizde nefes alamaz ve ölürler. Tıpkı cinayet filmlerinde katil zanlısını arayan kahraman gibi, o değişimi ararken yakaladığımızda güvende hissedebilmek, tanımadığımız, belirsiz bir geleceğin güvensizliğinden, bir kez daha hayal kırıklığı yaşamamak için potansiyel katil zanlısını daha cinayeti işlemeden bizde değişimin duygusunu aralayamadan öldürmeye çalışırız. Bu sefer de nasılsa aynı olacak, olmayacağını bana kanıtla dercesine o olasılığı zedeler, aynı hataları onun üzerinde tekrarlarız. Ben aynı davranıyorum ama her şeyin farklı olacağını bana kanıtla dercesine... <br />
<br />
Dışarıdan biz ne yaparsak yapalım, aynı hataları yapsak da, aynı darbeleri vursak da dayanabilen, bize rağmen değiştirebilecek bir kudret ararız. Oysa biz değişmediğimiz, bu kez farklı davranmadığımız sürece bize rağmen gelen her fırsat aynı etkilere aynı tepkileri verecek ve aynı sonu bize sunacaktır. Kendi seçimlerimizi yaşayıp, seçimlerimiz bize değiştirilmeden saygıyla kabul edilip gerçekleştiği için öfkeleniriz. Aslında yüzleşemediğimiz, bakmak istemediğimiz kendiliğimiz hariç dışarıdaki her yere bakarız, herkesi ve her şeyi suçlarız. <br />
<br />
Hayatlarımızda kelebek etkisi oluşturacak anlar vardır. Tıpkı bir bilgisayar oyununda bir seviyeden diğer seviyeye geçmeden önce, kendimizde tamamlanması gereken parçayı keşfedene kadar o oyunda sıkışıp kalmak gibidir. Ve bir diğer farklı ben'e geçmekle arada hem enerjitik hem bilişsel bir boşluk vardır. Bir diğer gerçekliğe geçebilmek, yaşamda değişim yaratabilmek kendi hayatımızda yarattığımız kelebek etkileri ile gerçekleşir. Bu etkileri yaratırken her zaman olduğumuzdan başka bir davranış, düşünce veya duyguyu en azından bir kez sergilediğinizde veya o alışılmış duygu ve düşüncenize rağmen yeni bir gerçeklik fırsatı sunabilecek, kelebek etkisi yaratabilecek zanlıyı, o kelebeği öldürmediğinizde değişim başlar. Geçmişimizden özgürleştiğimiz an gerçekten yepyeni bir gelecek yaratabiliriz. Bazen sadece bir kez olsun bir yerde farklı hissedebilmek ve davranabilmek bazen bambaşka bir yaşamda gözlerimizi açmamıza neden olur... <br />
<br />
Yepyeni arzuladığınız yaşamları yeni yılda yaratabilmeniz dileğiyle... Sevgiler.<br />
<br />
<strong>Uzm. Dr. SEDA ÜLGEN</strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-622001425911859233.post-1168684144243370492010-01-22T10:30:00.000-08:002010-01-26T04:57:34.212-08:00Aşk, Ayrılık ve Yola Yeniden Çıkış<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjui5QKOZvoTKyWc1kJ-NS1Uj9w4yKBqgcOh45wvMAvfIGVzwMFMxNz37a95grsRnxaxonDtibIAOLpvNx3X4u2SmuuRb5iCRmPNGBd8O8ETIASWsrVmsr_NKJRe7CgHS4nhyF6bqwVFFOU/s1600-h/anima_animus.jpg"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5429660632303175234" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjui5QKOZvoTKyWc1kJ-NS1Uj9w4yKBqgcOh45wvMAvfIGVzwMFMxNz37a95grsRnxaxonDtibIAOLpvNx3X4u2SmuuRb5iCRmPNGBd8O8ETIASWsrVmsr_NKJRe7CgHS4nhyF6bqwVFFOU/s400/anima_animus.jpg" style="cursor: hand; float: left; height: 400px; margin: 0px 10px 10px 0px; width: 327px;" /></a><br />
<div><span style="font-family: georgia;">Aşk üzerine neler yazıldı, neler çizildi... Aşkın Metafiziği’nden popüler kitaplara, ilkçağlardan günümüze kadar, aşk her zaman incelenen bir konu oldu.<br />
<br />
Aşk ve ilişkiler konusuna biraz da arketipik açıdan bakalım istedik.<br />
<br />
<strong>ARAYIŞ...</strong><br />
Jung her erkeğin içinde bir kadın (anima), her kadının içinde de bir erkek (animus) olduğunu söyler. Anima erkek için en önemli kadın figürünü temsil eden kollektif bilinçdışı arketipidir. Erkeği kadınsı hareketlere sürükleyen bu figür aynı zamanda ilişkilerini de belirler. Jung <em></em>“Her anne ve her sevgili, erkeğin içindeki derin gerçekliği oluşturan, her zaman var olan, bu öncesiz imajın taşıyıcısı olmak zorunda kalır”<em></em> der. Bir başka deyişle erkek seçimlerini bu figüre göre yapar ve ilişkilerini buna göre yaşar. Aynı şekilde kadın da seçimlerini animus figürüne göre yapar.</span><span style="font-family: georgia;"><em>“Modern kültürümüzün tamamen maddeleşmiş olan ortamında başka hiçbir sığınak bulamayan dinsel içgüdülerimiz; değişik bir kimlikle de olsa, varlıklarını sürdürebilme gayretiyle, gizlice yaşayabilecekleri ve kimsenin onları aramayı akıl edemeyecekleri bir çevreye, romantik aşka göç etmişlerdir. Aşık olduğumuz zamanların dışında yaşamımızın hiçbir anlamı olmadığını sanmamızın sebebi de budur. Yine bu nedenledir ki, romantik aşk, kültürümüzün tek ve en büyük psikolojik gücü haline gelmiştir.”</em><br />
<br />
Romantik aşka bir de bu gözle bakarsak aslında yaşanan aşkın deneyimin dinsel deneyimden çok uzak olmadığını görürüz.<br />
<br />
Riane Eisler (Sacred Pleasure, 1995), romantik bir geceyi hayal etmemizi ister. Gerçekten de “romantik bir gece” dediğimizde aklımıza mum, şarap, güzel kokulu bir tütsü ve müzik gelir. Aslında bunların hepsi eski çağların dinsel ritüelleridir.<br />
</span><br />
<a name='more'></a><br />
<strong>Romantik aşkın süresinin uzun olmadığı söylenir hep.</strong><br />
Efsanelerde üç yıl olarak anlatılan bu aşkın süresi deneyimlerimizde de çok uzun olmamıştır. Öncelikle kadın bu rolü oynamaktan yorulmaya başlar. O bir Tanrıça değildir ve günahları ve sevapları olan bir insandır, ölümlü bir varlıktır. Herkes gibi, yer içer, dışarı çıkartır, kızar ve hatalar yapar. Bu Tanrıça rolü, ilişkinin sürekliliğinin vazgeçilmezi olduğunda kadın için yorucu hatta bunaltıcı olmaya başlar.<br />
<br />
Erkek ise, karşısındaki Tanrıça’dan bir Tanrıça’ya uymayan davranışlar gördüğünde önce şaşırır, görmezliğe gelir ama sonunda o da dayanamaz hale gelir. Karşılıklı anlayış içinde çözülebilecek bir çok anlaşmazlık şiddetli kavgalara dönüşebilir. En kötüsü, çiftlerden biri ayrılmayı teklif eder. Bulunan tanrısallığı kaybetme korkusu sürekli bir ayrılık ve barışma şeklinde kendini gösterir.<br />
<br />
Sonuç trajik olarak kaçınılmaz bir ayrılık ve içine düşülen boşluk olur. Oysa “romantik” aşk erkeğin kendi içindeki animasını keşfetmesi açısından kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Bunu yapamayıp ayrılan erkek için yeni bir deneyim başlar. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Tanrısallığı, ruh eşini ya da başka bir şekilde adlandırdığı sevgilisini kaybetmiştir. Yeni ve çorak bir dünya içinde anlamsız bir yaşam başlamıştır.<br />
<br />
Bu anlamsızlık yeni bir sevgili bulana dek devam eder. Erkek artık aynı hatayı tekrarlamamak zorundadır. Karşısına çıkan bu kadını bir insan olarak her yönüyle tanımalıdır. Bu onun yıllardır aradığı parçası değil, karşısına çıkan kanlı canlı bambaşka biridir. Bunu aşkın bir deneyime çevirmek yerine animasını tanımaya yönelik bir deneyime çevirdiğinde gerçek bir ilişki başlar.<br />
<br />
Bu aşkın sürekliliğini artık “kader” değil kişiler belirler. Yaşanan her şey gerçektir.<br />
<br />
<strong>Erkek sonunda animasını tanıdığında aradığı mutluluğu bulur; artık kral olmuştur.</strong><br />
Kral ülkesinin sorumluluğunu alan erkektir. Erkek, kendi ailesinin ve ilişkisinin sorumluluğunu aldığında kral olacaktır. Kadın onu kendi kupası, dişiliği ile beslediğinde kralın gücü artacaktır ve ailesini daha da mutlu edecektir. Ancak erkeğin kral olması da çok kolay değildir. Toplumsal yapı ve anne etkisi onu bu durumdan uzaklaştırır. Kral ancak kayadan saplı kılıcı çekerek kral olur. Kılıcı almasını sağlayacak olan da kadının onda yükselteceği eril enerjidir.<br />
<br />
Bu durumda kadın da artık kılıcı elden bırakmalı ve sorumluluğu erkeğe devretmeli ve kadınlığını ele almalıdır. Kral kendisi ile mücadele eden kadından eninde sonunda uzaklaşacaktır. Burada bütün olay kadının üzerine yığılmış gibi duruyor ama gerçekten de tıpkı Tanrıça gibi kadın belirleyicidir.<br />
<br />
<strong>Kadının bir başka görevi de eril enerjiyi ortaya çıkarmaktır.</strong><br />
Erkeğin içindeki erilliği çıkartmak aslında bir kadının Havva ve Lilith arasındaki, rolünü almasıdır. Erkekten sorumluluğu istemesidir. Bu yavaş ve uzun bir süreç olmakla birlikte, kadının dişil enerjisinin artması ve erkekten talep etmesi ile olanaklıdır. Erkeği tekrar kadının hizmetine çekmek, kaybolmuş bu erkekliği yeniden ortaya çıkartmak ve onun eril enerjisini artırmak günümüz Ana Tanrıça rahibeleri olarak, bu farkındalığı kazanabilen kadınların zaferi olacaktır.<br />
<br />
<strong>AYRILIK ACISI...</strong><br />
Peki ya durum böyle mutlu son ile bitmezse... O zaman ayrılık kaçınılmaz olur.<br />
Bazen ayrılıklar o kadar acı oluyor ki, kişini kendini toplaması, başkası ile yeniden başlayabilmesi çok zor hatta olanaksız oluyor. Neden bazı ayrılıklar bu kadar acı oluyor, nasıl oluyor da o kişi unutulmuyor. Buna biraz daha yakından bakalım.<br />
<br />
Jung’a göre erkeğin içindeki kadın figürü (anima) gibi kadının içinde de bir erkek figür olarak animus vardır demiştik. Animus, kadının erkekler dünyasında varolabilmesini sağlar. Ancak animus, tıpkı erkekte olduğu gibi, kadının ilişkilerini de belirler.<br />
<br />
Frieda Fordham, Jung Psikolojisi adlı kitabında şöyle der: <em>: “Normal yaşam sürecinde, animus birçok erkek üzerine yansıtılacaktır. Bu yansıtılma sonucunda, kadın, erkeği kendi gördüğü biçimde, yani animus imajı biçiminde, olduğunu kabul etmektedir ve kadın için, erkeği olduğu durumuyla kabul etmek hemen hemen olanaksızdır. Bu tutum, kişisel ilişkilerde oldukça tedirginilik verebilir. Böylesi ilişkiler ancak erkek kadının kendisi üzerine ürettiği varsayımlara uygun olarak davrandığı sürece düzgün bir biçimde sürüp gider.”</em><br />
<br />
Tabii yukarıdaki paragraf erkek için de geçerlidir. Peki durum bu kadar mekanik midir? Aslında değildir. Çünkü, insan kendi anima ya da animus’unu çok iyi tanımamaktadır.<br />
<br />
Eğer biz kendi anima ya da animus’umuzu çok iyi tanımıyorsak, karşımızda bize uygun insanı da tam olarak tanıyamayız. Bu durumda anima ya da animus’a en yakın insan, sevgili olarak karşımıza çıkar.<br />
<br />
Bu durum aynı zamanda metafizik bir hal alır. Bu birleşmeye eşlik eden birtakım “işaretler” ortaya çıkar. Birlikte “metafizik” tecrübeler yaşanır. Sonuçta bir “metafizik aşk” ortaya çıkar. Bir masal aleminde büyülü bir aşk yaşanmaya başlar.<br />
<br />
Eğer kişiler Anima ve Animus’unu iyi tanıyorlarsa sorun çıkmaz, böyle olmadığı durumlarda ise ilk çelişkiler ve dolayısıyla anlaşmazlıklar çıkar. Burada düşülen en önemli tuzak, Anima ya da Animus’u karşıdaki sevgili üzerinden tanımlamaktır.<br />
<br />
Gündelik yaşam kavramlarının karşıdaki sevgili üzerinden tanımlanması gibi Anima ve Animus da bu şekilde tanımlanır; karşıdaki sevgili, bütün eksikliklere rağmen Anima ya da Animus’un yerini alır. İşte o trajik ayrılık anı geldiğinde Anima ya da Animus ile olan bağ da kopar ya da biz öyle zannederiz; çünkü kendi Anima ya da Animus’umuzu tanıyacak yerde karşıdaki sevgili üzerinden tanımlamışızdır.<br />
İşte böylece sorun varoluşsal boyuta taşınır ve hayatın sorgulanması başlar. Genel bir isteksizlik haline melankoli eşlik eder, metafizik bir yas var olmaktadır. Her ne kadar “unuttum” derse de kişi, bir gün bir sembol yine O’nu hatırlatır.<br />
<br />
Burada en büyük tehlike, hayata ait bütün tanımların yeniden yapılması olur. “Dışarıda yemek yemek” bir anda “sevgili ile yemeğe çıkmak”; “seyahate gitmek” bir anda “sevgili ile geziye çıkmak”; “sevişmek” sevgili ile sevişmek”; sinemaya gitmek” “sevgili ile sinemaya gitmek” gibi tanımlanır.<br />
<br />
“Ben sensiz yaşayamam” kalıbı ardında yatan tanımsızlık kişiyi sorgulamalara iter. Ayrılık sorunu aslında ontolojik, varoluşsal bir soruna dönüşür ve kişiye ilişkiyi değil yaşamı sorgulatmaya başlar.<br />
<br />
İşte tam bu durumda, insan bilinci tıpkı ilkel formlarda olduğu gibi mistik düşüncelere de sapar; bu anlamsız tanımsızlığın nedenini aramak için büyücü büyücü ya da falcı falcı koşar.<br />
<br />
Oysa mistik tuzaklara düşmeden, varoluşsal kavramlara yakınlaşıp, çok farklı deneyim ve bilgilere de ulaşmak söz konusu olabilir. Sokrates’in sözünü biraz değiştirip, “kötü sevgili insanı filozof yapar” demeye dilimiz varmıyor ama, kötü biten bir ilişkinin voroluşsal konularda çok farklı açılımlar yapabileceği de kuşkusuzdur.<br />
<br />
Bu nedenle, ayrılık acısı ne kadar yoğun olursa olsun, yaşamın devam ettiğini kabullenip, tanımları yeniden gözden geçirmekte büyük fayda vardır. Sevgili ile yeniden tanımlanmış olan her kavram ya da eylem biz varolduğumuz için vardır ve bizimle beraberdir. Karşıdaki kişiden bağımsızdır ve yaşam bu şekilde devam eder.<br />
<br />
O halde sağlıklı bir ilişki için önce kendi içimizdeki erkeği ya da kadını tanımak gerekir. Eğer bunu yapabilirsek, hem kendimiz hem de karşımızdaki özgürleşir, özgür aşka biraz daha yaklaşırız. Aşk tam da ihtiyacımız olmadığı anda karşımıza çıktığında güzeldir. Tanımlar şaşmadan, kişinin merkezi kaymadan, birbirlerinin alanına girmeden, ortak alanda yaşandığı zaman güzeldir. İşte o zaman yukarıda da sözünü ettiğimiz, arzulanan aşk yakalanır.<br />
<br />
<br />
Erkek, primer anima figürünü anneden aldığı için aslında, bir başka erkeğin, babanın dişisi olan anneden koparak kendi dişisini bulmak yönünde inisiyatik bir yolculuktur aynı zamanda. Gerçekten de erkeğin önündeki en büyük engel, trajik olarak annesidir. Bu sorumluluğu hiçbir zaman hissettirmeyen anne erkeğin eril enerjisinin çıkmasını da engeller. Erkek her zaman en güvenli liman olarak da burayı görür.<br />
<br />
Bir başka trajedi de kadın tarafından yaşanır. Kadın bu şekilde erkeğini bir başka kadınla, erkeğin annesi ile paylaşmak zorunda kalır. Bu trajedi anne hayatta olmasa bile sürer.<br />
<br />
Öykümüze erkeğin gözünden devam edelim.<br />
<br />
Erkekte, Şövalye arketipi her zaman ağır basar. Şövalye dediysek, öyle yüceltilmiş şövalye değil, maceradan maceraya koşan şövalye... Erkek bu arketipin etkisinde macera arar. Ev hayatı ya da düzenli sevgili sıkıcı gelir. Arada macera yaşamak zorundadır. Karısından korkuyorsa kendini gösterebileceği tek yer işidir. Kendini işine verir. En yükseğe çıkmalıdır, en iyi saati takmalıdır, arabası iyi olmalıdır, iş yerinde başarılı olmalıdır vb...<br />
<br />
Eğer erkek macerayı karşı cinsle arıyorsa bunu eninde sonunda yapacaktır. En kolay çözüm iş yerinde flörttür. Sonuç yatağa gitmese bile imalı bir kaç söz, arada yemeğe çıkma, işten sonra bir “kahve içme”, dozuna göre erkeğe bu macerayı yaşatacaktır.<br />
<br />
Efsanelerde şövalye annesini bırakıp gidendir. Oysa bizim erkeğimizin içinde anne kuzuluğu her zaman vardır. Olgun erkek arketipi şövalyenin yanında bir de çocukluk arketipi prens beslenir. Bu da şövalyeyi aslında “annesi gibi” bir kadının arayışına iter. Her şeyi isteyen şımarık prens sorumluluk almak istemez.<br />
<br />
Ancak erkek kendini geliştirecek bir kadın arayışını da sürdürmek ister. Öncelikle erkek bu sorumluluğu alamayacak durumda ve animasından habersiz ise durum çok trajiktir.<br />
<br />
İşte bu noktada bu erkek ile ilişkide olan kadın için sancılı dönem başlar. Erkek çok naziktir. Çok coşkuludur. Çok aşıktır. En güzel sözleri söyler. Gelecek için hayaller kurar. Hep arar. Masal gibidir her şey. Sonra erkek bir anda ortadan kaybolur. Günlerce aramaz. Kadın merak içindedir. Sonra erkek çıkar. Kaybetmek istemediğini söyler. Ama bir müddet sonra yine ortadan kaybolur. Eğer kadın bundan sıkılmaz, beklerse, ya erkeğin hayatına birinin girmesiyle ya da erkeğin bu ilişkiyi sürdüremeyeceğini söylemesiyle sonuçlanır her şey...<br />
<br />
Kadın biraz inatçıysa, durum daha ilginç olur. Eğer kadın vaktini arkadaşlarına ağlayarak ya da falcı peşinde koşarak geçirmiyorsa, yavaş yavaş durumu anlamaya başlar. Erkek olgun bir erkek değildir. Ya onu büyütecek ya da bu diyardan gidecektir. Eğer erkek ilk şıkkı kabul ederse, kadın için yine sancılı bir süreç başlar. Eğer kadın anne gibi davranırsa, erkek zamanla kadını anne olarak görmeye başlayacaktır. Bu ilk belirtilerini yatakta verir. Yok kadın erkeğin eril enerjisini artırabilirse, erkek bir zaman sonra büyümeye başlar, artık karşısında farklı bir kadınlık görür. Kaçamakları azalır. Sonuç peri masalı olmasa da erkek artık bir ilişkiyi kaldırabilecek haldedir.<br />
<br />
Erkeğe bu olanları anlatmak kolay değildir. Öyle ya... Delikanlı adamın bunlarla işi olmaz. Oysa erkeğin büyümesi toplumun değişmesi için en önemli adımdır.<br />
<br />
Animasını annesinden kurtaran erkek, gerçekten bu yeni duruma alışabilmiş değildir. Eski kalıpları terketmesi ona tanınmadık, bilinmedik, farklı bir anima sunar. Oysa erkek buna çok yabancıdır. Bir Terra Incognita olan bu anima erkeğin aslında aradığı sevgiliyi “deneme yanılma” yöntemi ile bulmasına neden olur. Erkek karşısına çıkan ve onu etkileyen kadına Anima figürünü yüklemeye çok heveslidir. Bu bilinemeyen gizemli Anima aynı zamanda tanrısal bütün özellikleri de üzerinde taşımakta, bir Tanrıça gibi gözükmektedir. Gizem perdesi henüz kalkmadığından erkek içindeki bütün tanrısallığı bu Tanrıça’ya yükler, dolayısıyla yeni sevgilisi bu sıradışı nitelendirmeden payını alır.<br />
<br />
Erkeğin gözünde bu kadın artık bir Tanrıça’dır. Erkeklerin bu tür tutumları, önceleri kadınlar tarafından anlaşılmasa da, zamanla kabul edilir ve kadın da o rolü oynamaya çalışır.<br />
Bu deneyimin aslında cinsel değil dinsel bir dürtüyü ortaya çıkarttığını Johnson(We, Romantik Aşkın Psikolojisi, 1993) ortaya çok ilginç bir biçimde koyar:<br />
<br />
</div><br />
<br />
<strong>ERHAN ALTUNAY</strong>Aqua Yaşam Kişisel Dönüşüm Merkezihttp://www.blogger.com/profile/16345524909299892665noreply@blogger.com0